Öğrencilerin bando eşliğindeki yürüyüşünü, gözyaşlarıyla izledi. Seyfi dayı izlerken, heyecanı onu yıllar öncesine götürdü.
Bugün Türk Milleti Cumhuriyeti kutluyordu.
Seyfi dayı kuruluş yılında, Kasabaya babasının elinde gelmişti. Halk hükümetin önünde toplanmış, bayraklar çekilmiş ve marşlar çalıyordu.
Tören alanına köylüsü, kentlisi ve öğrenciler birlikte yürümüştü. Seyfi dayı bugün o muazzam coşkuyu yaşıyordu. Cumhuriyet coşkusu, insanların özgürlüğe susamışlığı dile getiriliyordu.
Seyfi dayıyı tanımayan, onu dış görünüşüyle değerlendiremezdi. Eski bir palto ve botlar başında kalpak ile istiklal gazisi gibiydi. Oldukça zayıf küçülmüş ve ihtiyarlığın tüm alametlerini gösteriyordu. Paltosunun içerisinde bir oyuncak gibiydi.
Seyfi dayı bastonuna dayanır, dik durmaya çalışırdı. “Dik duracağız,” derdi. ATA yedi düvele karşı başka nasıl dik durabilirdi.
Seyfi dayı, bandonun susmasını fırsat bilip cumhuriyet marşını söyledi. Çevresinde alkış tufanı koptu. Düşmana ve yerli işbirlikçilerine karşı, verilen mücadeleyi dili döndüğünce anlattı. O anlattı öğretmen ve öğrenciler ağladı.
Köylerde eli silah tutan cepheye koşmuştu. Hangi cephede vuruştuğumuzu bile bilmiyorduk. Allah o yılları bir daha yaşatmasın. Bir destan yazılıyordu ama yaşanan zorlular, milleti inanılmaz duruma düşürmüştü.
Atatürk’ün dehası milleti ayağa kaldırmış ve düşmanı, zihniyetini ve elemanlarını denize dökmüştü. Belli olan şu ki, toprağımız bağımsızlığına kavuşuyor ve topraklar üzerinde bir millet doğuyordu. İngiliz ve şurasına hizmet edenler üzülmüşlerdi ama Türk devleti kurulmuş Cumhuriyet ilan edilmişti.
Komutanlar askeri teçhizat ve silahlarımızın çok sayıda olmasına özeniyorlardı. Sohbetin konusu yalnız silahlardı. Komutanlar Atatürk’ün ağzına bakıyordu. Atatürk arkadaşlarına; “Bir milleti, hak, hukuk, özgürlük, adalet ve yüksek ahlaka bağlılığı güçlü kılar,” dedi.
Seyfi dayı köşkün kapısına yaslandı. Tepelerdeki silah seslerine dikkat kesildi. Kurumuş göz pınarlarından bir iki damla yaş, kırışmış yüz hatlarına doğru aktı. Sesi kısıldı ve gözleri buğulandı.
İzmir’den karaya çıkan Yunan’a kazanmalarını dileyen sarıklıların Atatürk’ün komutanlığında Türk Milleti tarafından gerekli cevabı almışlardı. İstanbul yabancı bayrakların istilasındaydı. Sarıklıların hıyaneti anlatılmayacak kadar büyüktü.
Seyfi dayı köşkün kapısına çökmüş, sorulara cevap veriyordu. Babasının köşkünü kütüphane olarak kullanılmak üzere devlete bağışlamıştı. Bugün onlarca öğrenci kütüphaneden yararlanıyordu. Kim derdi ki, Seyfi dayı köşkü kütüphane yapmış ve devlete vermişti.
Kütüphane kasabanın çehresini değiştirmiş okuma oranı bir hayli artmıştı.
Kütüphane her taraftan hediye edilen kitaplarla zenginleşmişti.
Seyfi dayı köşkün karşısındaki bahçeyi de kütüphaneye bırakmıştı. Köşkün parkı olarak hizmet verecekti.
Dedelerinin kararına torunları memnun olmuşlardı.
Hasan TANRIVERDİ