Ruh asalakları, kibir duygusuna esir oldukları için, ruhsuz insan davranışı gösterirler. Sevinç ve neşe diyarında ahlâk ölçüsünde hareket eden, şahsiyetli insanlara, kene gibi yapışırlar.
Çeşitli kollardan insanlara saldırılarını sürdüren bu asalaklar, yaptıkları kötülüklerden, haz alırlar. İnsanların manevi duygularını da sömürürler. Bu sömürü ruh asalakları için, vazgeçilmezdir. Maddi boyutun kontrol edildiği, dizginlendiği bir durumda bile ruh asalakları, hırslarının esiri olmaya devam ederler.
Ruh asalakları, yarasa ve yaban sülükleri gibidir. Yaratıkları karanlık ortamlarda ve bulandırdıkları sularda zehirlerini akıtır ve can suyu olan kanı emerler. Böylece ruhsuzluklarının iğrençliğini ortaya koyarlar.
Toplumda korku yaratırlar ve daha sonra ruhlarına asalak olurlar. Bu şekilde insanları kendilerine benzetirler.
Ruh asalakları, bir çiğ tanesi özelliğinde de olsalar, yeryüzüne kötülük için düşerler. Bu yönüyle kalpsiz olduklarını açıkça beyan ederler.
Genelde, hücresel asalaktırlar. Ruhları söndürmek için, gece ve gündüz çalışırlar. Sürekli uydurdukları, kumpaslarla; neşe ve sevinci, acı ve çileyi de aynı tutarlar. Onun için, güçlerini ruhsuzluk yönünde kullanırlar. Bu sayede kendilerine yandaş oluşumunu hızlandırıp kemikleşen bir güruh elde ederler.
Ruhsuzluk konusunda düz bir çizgide yürüdüklerini vurgularken, gerçekte kırılmalar ve hezeyanlar yaşarlar. Hezeyanları “Çöl rüzgârı” gibidir. Ruhun güzelliği adına “Gönül” diyerek uğradığı insanları yaşamdan koparmaya bakarlar.
Bildikleri zehir saçmak ve kan emmek işlemlerinin yanında eşeğin anırmasına benzer bir şekilde bağırırlar. Bağırmalarında; akıl ve mantık aranmaz. Çünkü onlarda akıl ve mantık dumura uğramıştır.
Bu ruhsuz asalakların dünya yansa, bir kalbur samanları yanmaz. Solan çiçeklerin bahçeden atılması gibi yandaş olmayanları toprağından söküp atarlar. Bahçe, toprak ve söküp atma oyununda başarılı skeçler sergilerler. Oyunlarını ay ışığı altında dahi sahneye koymazlar, karanlığı ve karmaşayı beklerler. Bu karanlık ve karmaşada ayrımcılık, rant ve birilerine yaranmak vardır.
Ruh asalakları, çiçek gibi renkli ve ballı olduklarını söylerler. Fakat bal üretmedikleri için, yanlarına “Eşek arısı” bile uğramaz. Eşek arısının uğramadığı yerden, maalesef ahlâk ölçüleri yüksek olan insanların medet umması düşündürücüdür. Çünkü bunların ar damarları çatlamıştır. Su yüzüne çıkması gereken düşüncelerini Karadeniz’in iki yüz metreden aşağısına gömerler.
Ruh asalakları, karanlık çukurlardan beslenirler. Çünkü karanlık çukurlara güzel duygulu insanları gömerler. Onun için, karanlık çukurlar, vazgeçmedikleri bilgi yuvalarıdır. Bilgi yuvalarına ters bir hareketi asla kabul etmezler, ölü köpeği tekmeledikleri gibi aciz kalan insanları da tekmelerler.
Bulundukları sırça köşklerde, kibir ve küstahlığı ilke edinmişlerdir. Bu sayede millet ruhunu gasp ederler.
Ruh asalakları, köpek tıynetindedirler. Onun için bunlara her şey köpekçe gelir. Işık olsalar dünyayı zindana çevirirler.
Ruh asalakları, yılan yumurtasıdırlar. Kuş yumurtasına benzediklerini iddia ederler. Dünya savaşında kullanılmış kılıçtırlar, temiz olduklarını söylerler. Bu asalaklar, aslan gibi kükrediğini sanırlar halbuki, çakal nağmesi çıkarırlar. Ondan dolayı hiçbir canlıyla bağ kuramazlar.
Ruh asalakları, geçmişten bugüne gelen; örf, adet ve gelenekleri sevmez, atasözlerine sahip çıkmazlar.
Ruh asalakları, ruhsuz ruh taşıdıklarını açıklarlar. Bağ ve bahçeleri taşlık hâline getiren sürüngendirler. Sürüngen olarak, ne kadar insan ezerlerse o kadar mutlu olurlar.
Bunlar öyle asalaklar ki, kendileri yok olmadan başkalarını yok etmeye çalışırlar. Düşünce ve duyguya düşmandırlar. İnsanın sağlığının ve ruhsal dengesinin bozulması için, ellerinden geleni yaparlar.
İnsanların hayallerini söndürürler. Rüyalarını kâbusa çevirirler.