Saatini elli kuruşa kiraladığı bisikletiyle fır dönüyordu küçük kasabayı Deli gobel. Pantolonunun paçalarını çorabına kıstırmıştı ki bisikletin pedalına sıkışmasın. Ayağındaki kocaman naylon terlikler biraz daha küçük olsa üç tur daha fazla atabilirdi oysa. Ne olurdu sanki babasının ayakları biraz daha küçük olsa. Olsundu varsın terlikler büyük olsundu, hem annesi ne güzel de dikmişti terliği kopan üst tarafını, bir tur bir tur daha atmalıydı saat dolmadan terliği neyi düşünecek zaman değildi. Hem Ayşe de bizim ordan üç kere geç, geçerken de bisikletin zilini çaldır, senin geçtiğini biliyim, dememiş miydi? Aha da üç kere geçmişti Başpınar’dan hem de tam Cumhuriyet ilkokulunun yanındaki iki katlı ahşap evin önünden, camda da gördüğü Ayşe’ydi işte. Şimdi yokuş aşağı ellerini de bırakıp ‘elsiz, kolsuz’ sürüyordu bisikleti. Rüzgar saçlarının arasını bir tarak gibi tarıyor, alnında biriken terler kaşlarını da dinlemiyor gözlerine doluyor acı acı yakıyordu gözlerini. Birden bir pişmanlık sardı içini ya saati geçtiyse bisikletçi Kenan ne derdi. Hem hava da kararmıştı annesinin tembihini hatırladı, ‘sabahın hayrı akşamın şerri, akşam ezeni okununca evde olun hepiniz’ derdi her zaman. Son gücüyle basıyordu pedallere ama kasımın soğuğu ve bisikletin metal tutamağı ince zayıf parmaklarını donduruyor, zaten incecik olan pantolonu rüzgarla dolup bacaklarını buyduruyordu. Terlikler de ha düştü ha düşecekti ayağından ama içi ateş gibi yanıyordu. Tam on tur atmıştı, zor biriktirmişti bu turun parasını da zaten, hurda toplamış, kavun karpuz boşalmıştı halde. Çarşıyı boydan boya geçti, işte Ağanınbağı görünmüştü, bisikletçi Kenan da sırık gibi dikiliyordu, kara kuru boyu posu, kirli paslı elbiseleriyle. Gel dedi Kenan gel, pedale bastı usulca yanaştı çocuk. On dakika fazla turladın parasını ver, dedi Kenan. Çocuk mahcup, suçlu, pişman başka param yok diyebildi, kendinin de zor duyduğu bir kısık sesle. Paran yok emme sabaha kadar bisiklet sürme hevesin var len it, dedi Kenan. Hadi ceza olarak bisikletleri eve beraber götüreceğiz, yardım et bana. Çocuk çekinerek olur, dedi. Eve geç kalacağını ve annesinden dayak yiyeceğini de hesaplayarak ama başka çaresi yoktu.
Beraber birer ikişer yedekledikleri bisikletleri sürerek adamın çok da uzak olmayan evinin yolunu tuttular. Tam kapıdan çıkarken, yarın zabanan erkenden gel bisikletleri Ağanınbağına götürmeme yardım et, dedi Kenan. Çocuk akşamın alaca karanlığında belli belirsiz başını olur diye salladı. Korkudan adımlarını üçer beşer atıyor nereye bastığını bilmiyordu, evleri uzaktan görününce korkusu daha da arttı. Ya annesi çok döverse çok geç kaldın, diye. Olan oldu, dedi çocuk omuzlarını silkti. Ürkerek bahçe kapısını açtı, oh çok şükür daha sürgülenmemişti dış kapı, belli ki dedesi yatsı namazından dönmemişti. İçeri süzüldü suçlu suçlu. Annesi ellerini yıka, dedi hışımla, kaşları çatıktı. Biliyordu çocuk azarı hatta belki dayağı yiyeceğini. Nerde kaldın bu saate dek? Dedi annesi tam musluklu bidondan akan suyla ellerini yıkarken. Çocuk boynunu büktü herşeyi olduğu gibi anlattı. Yalan söylemeden doğruyu anlatırsa annesinin ona kızmayacağını biliyordu. O da öyle yaptı, bisiklete binebilmek için nasıl kavun karpuz yıktığını, hurda topladığını anlattı, ve sıra bisiklete bindiği a’na ve daldırıp Ayşelerin sokağından kaç kez geçtiği a’na gelince burayı sansürledi çocuk aklıyla, yutkundu. Geç kalmışım, bisikletçi de bana bisikletleri eve götüttürdü, dedi. Annesi yalan söylemediği için onu bu seferlik affedeceğini söyledi. Geç kaldın bulgur pilavı kaldı biraz öteki yemekler yendi bitti, dedi annesi. Olsundu akşam olmuş, perdeler çekilmiş, lambalar yanmış, annesi yer sofralarını kurmuş onu bekleyen bir annesi bir babası kardeşleri ve biricik dedesi vardı. Daha ne olsundu, hem bisiklete de binmiş hem bu kısmını düşünürken bile içi ürpermişti, hem de Ayşelerin evinin önünden kaç kez elsiz kolsuz geçmişti. Bulgur pilavını huzurla kaşıkladı. Dünyanın en mutlu çocuğuydu. Yatsı namazını kılıp gelen dedesinin kapatıp sürgülediği çatalkapının sesini duymak onu sevindirdi, dedesini çok seviyordu çok.
Sabah uyandı, ağzının içi zehir gibiydi, bütün gece uyuyamamıştı, arabaların siğortaları, vergileri yatacaktı bu gün son günüydü, bunları düşünmek uykusunu kaçırsa da Doğan güne merhaba, dedi. Şirketi vardı, işi vardı, kaç kişi ekmek yiyordu ekmek teknesinden. Tam keyiflenmişti ki Arabanın biriyle kaza yaptığını hatırladı bir müşterinin. Ama olsundu işte, can kaybı yoktu en azından, çok şükürdü işte, çok sevdiği bir işi vardı artık bir bisiklet bile kiralayamazken kaç tane arabayı kiraya veriyordu müşterilerine, nerden nereyeydi, hem Ayşe belki ona akşama güzel bir bulgur pilavı pişirirdi, kapılarının önünden elsiz kolsuz bisikletle geçtiği günlerin hatırına. En mutlu Rent e Car’ı oydu şehrin, adı mı
Kenan Rent E Car. Kiralık araba ilmini ondan almış, onun mektebinde yetişmişti. Adam sık sık durup durup şöyle derdi, Falan öldü filan öldü
Birgün derler Kenan öldü. Hakkaten de bir gün ölüvermişti Kenan mesleğin piri yapmıştı ama Deli gobeli. O da Kenan’ın adını verdi tükana. Böyledir bu işler. Ektiğini biçersin.
Gobel: İçanadolu erkek çocuklar için söylenen bir söz
Tükan: dükkan
Şükran Uçkaç Yargı Sazsızozan
25 Ekim 2021