İran’da Şah Rıza Pehlevi’nin, Filipinler’de Marcos ve ailesinin yıllar önce yolsuzluğa, hırsızlığa, haksızlığa, hukuksuzluğa, talan ekonomisine ve baskıya dayanarak sürdürdüğü diktatörlüğün; bugün, dünyanın birçok köşesinde, otoriter rejimlerin güç kazandığı bölgelerde tarihsel olay ve kişiliklerle benzerliği dikkat çekicidir. Günümüzde bazı ülkelerdeki otoriter yöneticler, adeta, ülkelerini babalarının çiftliği gibi yöneten Şah Rıza Pehlevi ve Marcos’un yolundan gidiyor, servetlerine servet katıyorlar.
Otoriter yönetimlerin hakim olduğu Afrika’daki başka ülkelerde ve diğer coğrafyalarda da yolsuzluk görüntülerine çok sık rastlanmaktadır.
İşte yakın tarihten ve günümüzden başka bazı benzer örnekler:
Peru’da Alberto Fujimori (1038- …. ), 1990 seçimlerinde oyların çoğunluğunu alarak iktidara geldi. Bir Latin Amerika ülkesi olan Peru’da, izlediği ekonomi programıyla ülkeyi hızla kalkındırmakla övünen Fujimori sermayeyi memnun ederken emekçi kitleleri daha da yoksul hale getirdi. Bununla yetinmedi, parlamentonun ve yargının; Peru’nun kalkınmasını, gelişmesini yavaşlattığını savunarak, bir referandumla yetkilerini arttırdı. Bu amaçla, ülkede başarısız bir darbe girişimi gerçekleşti, hemen ardından Olağanüstü Hâl (OHAL) ilan edildi. Zaten var olan baskılar ve hak ihlalleri giderek arttı, otoriter bir rejim adım adım kurumsallaştı. Anayasa ve Meclis Fujimori’nin istediği şekilde yeniden düzenlendi. Medya kontrol altına alındı, muhaliflerin sesi kısılmaya çalışıldı. Fujimori 1999 seçimlerinde üçüncü kez aday oldu, seçimleri hileyle de olsa kıl payı kazandı. Baskının, yoksulluğun, çaresizliğin, ağır insan hakkı ihlallerinin üstüne bir de seçim hileleri de eklenince kaçınılmaz olarak en başta emekçiler olmak üzere tüm toplumsal kesimlerin tepkisi büyüdü, isyan aşamasına geldi. Kitlelerin bu isyan dalgasından korkan Fujimori ülkeden kaçtı. Böylece yapılan yolsuzlukların boyutları da ortaya çıkarılabildi: 2000 yılında yargılanan Fujimori’nin 200 milyon dolarlık yolsuzluk yaptığı tespit edildi.
Sudan’da Ömer el-Beşir (1944- …. ), birkaç yıl önce halkının kitlesel isyanı sonucunda devrildiğinde, yaptığı yolsuzluklar da ortaya saçılmıştı. Sudanlı işçi ve emekçiler ekonomik krizle, açlık ve sefaletle başa çıkmaya çalışırken diktatör El Beşir’in sarayında çuvallar içinde 120 milyon dolar olduğu belirlendi. Ömer el-Beşir, 14 Temmuz 2008’de Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM)’nce; soykırım, insanlığa karşı suç ve Darfur’da savaş suçu işlediği gerekçeleriyle suçlandı ve tutuklanması talep edildi. 4 Mart 2009 tarihinde Savaş Suçları Mahkemesi’nce Darfur’daki çatışmaların sorumlusu olduğu iddia edildi. Birleşmiş Milletler’e göre, çatışmalar sırasında 300 bin kişi öldürülmüş ve 2 milyon 700 bin kişi de evlerini terk etmek zorunda kalmıştı. Eğer hakkındaki bu resmî suçlama kabul edilirse, Ömer el-Beşir, devlet başkanı olarak görevi başında iken hakkında dava açılmış ilk UCM zanlısı olacak.
Mısır’da Hüsnü Mübarek (1928-2020) devrildiğinde, kendisinin ve ailesinin yaklaşık 80 milyar dolarlık servetinin olduğu ortaya çıkmıştı.
Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali (1936-2019); “Arap Baharı” olarak adlandırılan halk hareketi sonucunda, 2011 yılının Ocak ayında ülkeden kaçmak zorunda kaldı. Tunus’u 24 yıldır demir yumrukla yöneten diktatörün 15 milyar dolarlık serveti olduğu belirlendi.
Yemen’de Ali Abdullah Salih (1947-2017) 2011’de devrildi ve 2017’de Husi isyancıları tarafından öldürüldü. Yemen diktatörünün yaklaşık 30 yıllık iktidarı boyunca 32 milyar dolarlık servet biriktirdiği anlaşıldı.
Zimbabwe’de Robert Mugabe (1924-2019), ülkesini 37 yıllık diktatörlük ile yönetti, geçtiğimiz yıl öldü. 2017 yılında; 8 milyon dolar tazminat, yılda 125 bin dolar maaş, mutlak dokunulmazlık garantisi, yurtdışı seyahat masrafları ile sağlık ve güvenlik harcamalarının devlet bütçesinden karşılanması, öldüğünde de eşi Grace’in yıllık maaşının yarısını alması gibi koşullarla iktidarı gönüllü olarak bırakmıştı.
Malezya’da Necip Rezak (1953- …. ), 2018 seçimlerini kaybetti ve iktidarda kaldığı süre boyunca diğer diktatörleri aratmayacak ölçüde servet biriktirdiği ortaya çıktı. Üç ayrı evinden yüklü miktarda mücevher, nakit para, lüks saatler, 350’den fazla pahalı el çantası çıktı. 28 Temmuz 2020 tarihinde, Yüksek Mahkeme Necip Rezak’ı ilk duruşmada yedi suçlamadan da suçlu buldu ve yolsuzluğa mahkum olan ilk Malezya Başbakanı oldu. 12 yıl hapis ve 210 milyon para cezasına çarptırıldı.
***
Evlerinden çıkan mücevherler, para kasalarındaki döviz cinsinden banknotlar, yurtdışına çıkarılan ya da yabancı ülkelerin bankalarına yatırılan çok yüksek miktardaki paralar istisnasız tüm otoriter yöneticilerin ortak özelliği. Ayrıca, çoğu zaman iktidardan düştüklerinde ya da ülkeden kaçtıklarında ortaya çıkarılabilen bu yolsuzluklar buz dağının yalnızca görünen yüzü gibi.
Ülkemizin yakın tarihinde ve özellikle otoriter yönetimlerin hakim olduğu dönemlerde büyük yolsuzlukların olmadığı söylenemez. Örneğin tarihe “dünyanın en zengin 50 generali” olarak geçen 12 Eylül 1980 faşist yönetiminin ikinci aktörü Tahsin ŞAHİNKAYA (1925-2015)’nın servetinin milyar dolarları bulduğu söylenmiş, bu konu 1982 yılında dünyaca ünlü Time Dergisi’nin 1982 Kasım sayısına konu olmuş, bu sayısının Türkiye’ye girişi engellenmişti.
Kapitalizm, ayakta kalmak ve güçlü olmak için, özellikle azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, halkın karşısına daima baskıcı yönetimleri çıkaracak; yoksul, eğitim ve bilinç düzeyi düşük işçi, çiftçi, esnaf ve halkın diğer kesimleri, otoriter yöneticileri desteklemeye yönlendirilecektir. Bu amaçla hazırlanan oyunların, kurulan tuzakların hemen hemen her ülkede en önemli iki malzemesi ne yazık ki din ve milliyetçiliktir. Bu nedenle otoriter yöneticiler, kusurlarını kapatabilmek ve yönetimlerini sürdürebilmek için, ülke içinde ve ülke dışında daima “düşman” ya da “düşmanlar” yaratma çabası içinde olmakta ve “iç ve dış mihrak” olarak ifade edilen bu düşmanların devleti yıkmayı, milleti bölmeyi amaçladıkları yönündeki söylemlerini sürekli tekrarlamaktadırlar.
Ancak, tarihte görülen şu gerçek hiç değişmiyor: Otoriter rejimlerin gölgesindeki yolsuzluklar kapatılamıyor, bunlardan kaçılmıyor. Atalarımız ne güzel demiş: “Mızrak, çuvala sığmıyor!” “Güneş, balçıkla kapanmıyor!” “Karla b.k örtülmüyor!” Bizim, ne çuvala sığdıracak mızrağımız, ne balçıkla sıvanacak güneşimiz ve ne de karla örtülecek b.kumuz var. Biz, müsterihiz: Ne hukuk, ne yargılanma ve ne de başka bir kaygımız var. Bunları, hem bu dünyada hem öteki dünya için o haltları yiyenler, o suçları işleyenler düşünsün.





















