Her gün yeni bir gemi kalkar insanın umut limanından özgürlük için, yaşamak için ve fırtınaya inat, dalgaya inat, ölüme inat!
Ey yaratılmış; ne diye böbürlenip büyükleniyorsun. Doğumun bir damla su, ölümün bir avuç toprak değil mi?
Bil ki “Ölüm” akıllı bir adamı hiçbir zaman apansızın almaz, o her zaman gitmeye hazırdır.
Çünkü “Ölüm” hayatta büyük bir kayıp değildir. Asıl büyük kayıp, yaşarken içimizde ölen şeylerdir… Ben içimde ölenlerle toprak olmaya hazırım… Ya siz?
“Yakın bir zaman önce benim de okumaya koyulduğum bu kitap, ölümün acısının, yalnızca babamdan bana miras kalacağını düşünürken, en sessiz sancılarıyla bana varlığını tekrardan hatırlattı. Ölüm üzerine yazılmış her şey elbette ki yazılmamış, söylenceler elbette ki henüz duyulmamıştı. Bu kitabı okuyunca fark ettim ki yanılmışım. Ama kitapla beraber yanılmadığım çok şey vardı, o da hissedişler.
Erbaş’ın şiirinde oldum olası hep yalnızlığı görmüşüzdür. Çoklukla köşeye sinmiş bir çocuğun gri renkte maceralarına benzer. Coğrafyaların terk edilişleri de vardır Erbaş’ın dizelerinde. İsyan ve özgürlük Erbaş’ın kalemindedir. Sevgi ve aşk geçtiği yollardır. Umut sofrasındadır, oturanını bekler. Yaşamsa Erbaş’ın gönlündeki çeşmelerdir. Susayan için damlaları kederden geçen bir çeşme… Ancak Yaşıyoruz Sessizce ile beraber Erbaş’ın şiirinde peşinde belli belirsiz koştuğumuz bir serüven daha var. O serüveni her köşe başında görürüz. Bazen unuttuğumuzu sanır ya da bazen de asla hatırlayacağımızı düşünmeyiz. Şiirinde yalnızlığı, aşkı taşıyan Erbaş bu kitabıyla bizi ölümle de tanıştırıyor. Kitabın arka kapağında şair Şeref Bilsel’in de dediği gibi, kitap, edebiyatımızın sagu, mersiye, ağıt geleneğimize attığı adımlarla yeni bir heves getiriyor.
“Çocuklar geldiler mi hiç?/ Geldiler Hatice/ İçimize baktık uzun uzun/ Sana geldik” dizeleriyle Erbaş, yalnızlığın dilini varlık ve yokluk denklemi üzerinde buluşturuyor. Bu denklem, otuz dokuz parçadan oluşan Sonsuzun Uçları adlı şiirde bir çığlık oluyor. Şiir, okurunu ‘hayret’ ve ‘tutku’ hislerinde buluşturuyor: “Ölümü senden mi öğrenecektim/ Soluğu canımdan çekilen kadın”
“Bilmiyorum, kaç kere uzun uzun iç çeker bir insan bu kitabı okuyunca. Kaç kere kitabı kapatır da etrafına uzun uzun bakar ve ölümlülüğü hisseder. Şükrü Erbaş, neredeyse her şiirinde okuruna ‘gök’ imgesiyle gökyüzüne bakmayı hatırlatıyor. Ferah bir nefesin insana iltiması da, karanlık bir duvarın cezası da gökyüzünden çıka geliyor. Erbaş, şiiriyle ölüm denen duvarı yıkamıyor belki ama bambaşka bir duvarı ölümün rengiyle boyuyor. Zaten ölüm ki kısa konuşmaya gelmiyor hiç.”
“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız. Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir.”
Hz. Mevlana





















