Markete girdim.
İçerisi tıklım tıklım.
Sosyal mesafeyi hak götüre, kim dinliyor?
Her bir insanın yanından geçerken; “Dikkat yağlı boya,” diyesim geliyordu.
Tam eldiven giydim, ekmek alacaktım ki, oldukça kilolu bir bayan çarparak yanımdan geçti. Pardon, demeyene ne denir?
Sakın yanıtınız “Ayı” olmasın.
Zira onların belgeselini izledikten sonra, onlara karşı daha sevecen oldum.
Bir kere avladıkları suya işlemezler.
Her şeyin temizini ve olmuşunu yerler.
Kimseyi huzursuz etmezler.
Gerekli olmadıkça güç kullanmazlar.
Neyse efendim, biz kaldığımız yere, yani markete dönelim.
Bana çarpan kim, diye şöyle gözucu uçurdu bakışlarım. Evet, oldukça kilolu, otuzlu yaşlarda bir bayandı. Dalgındı. Çünkü, kulağına yapıştırdığı cep telefonu ile görüşüyordu. Söz söylesem bile beni anlamayacaktı. İçimden kendime sabır diledim.
Şampuanların bulunduğu reyona yaklaştım. Hay Allah!
Yine o kadın. Elinden düşürmediği cep telefonu ile konuşuyor.
Bu kez yüksek sesle konuştum.
“Hanımefendi!”
Duymadı.
Tonu yükselttim. Bu kez yan dönüp baktı. Anlamamış gibiydi. Kaş göz edip, durdu.
“Hanımefendi pardon. Az izin.”
Anlayınca göbeğini içine çekip, benim şampuan alacağım reyonu cüssesiyle kapatmıştı.
“Ha, geçin, buyrun.”
Ya sabırr!
“Şampuan alacağım da…”
Rafa doğru baktı. Bu arada telefondaki konuştuğu kişiye de yanıt vermekteydi. Bana ifadesiz bir bakış atıp;
“Alın, bana neden soruyorsunuz?”
Ah, sabrım taşıyordu. Bela ile kaza geliyorum, demiyor.
O gün, o kadının elinde cep telefonu ile trafikte araç sürdüğünü hayal ettim.
…
Size bu yaşadığım, içinde bizzat rol aldığım hikayenin devamında o kadınla tartışmamı da yazmak istiyorum.
Şimdi acil dışarı çıkmam gerekir.
İzninizle…
Emine Pişiren





















