Bir araya geldiklerinde, müzik aletlerini alır ve bahçeye çıkarlardı. Aletlerin tellerini adeta konuştururlardı.
Ortak tutkuları müzikti. Her defasında heyecanlanırlar ve konserleri birbirinden güzel olurdu. Ortak hayalleri canlanır ve yaylarını atarlardı.
Keman, kemençe ve viyolonsel dile gelirdi.
Titrerdi kalpler Türk sanat müziğiyle. Dünya turuna çıktıklarında, her ülkeden beğeni almışlardı. Hong Kong ve Yeni Zelanda’dan çok memnun ayrılmışlardı. Güney Kore’de İstiklal marşını Koreli müzik severlerle beraber söylemişlerdi.
Japonya’da çok sempati toplamışlardı. Geminin güvertesindeki konserleri hayallerinden daha güzel olmuştu. Gemideki yolcular başlarına toplanmış ve büyük ilgi görmüşlerdi.
Avustralya’da çocukların besteleri beğeni toplamıştı. Bir büyük parkta keman sesi Türk müziğinin ne kadar gözde olduğunu haykırmıştı. Macaristan yolculuğunu unutamıyorlardı. Trende onları hiç uyutmamışlardı. Sürekli istek, Türk sanat müziği söylemişlerdi.
Gezi grubu neşeliydi. Kemençe eşliğinde horon oyununa kalkmışlardı. Çok iyi oynayanları vardı. Sanki halk oyunları dersi almışlardı. Müzikçilerden anne, Mozart’ın bir parçasını çaldığında çok beğenmişlerdi.
Trenin penceresinden ıhlamur ve kestane çiçeklerinin kokusu geliyordu. Kendilerini memlekette sanmışlardı. Hatta yolculardan biri; biz de Hun Türküyüz sözüne müzikçilerden alkış geldi. Hun Türküyüz diyen, Osmanlı mutfağında çalışırken ülkesine mektuplarla sarayı tanıtanın bugüne kadar gelen yakınlarındanmış.
Solo şarkı isteyen oldu. “Ben gamlı hazan” hep beraber söylenirken, kendilerini mahallede karşı komşuyla söyledikleri solo şarkılarda zannettiler. Tren, Türk müziği ile çalkalandı. İlginç olan herkesin sözlere eşlik ediyor olmasıydı.
İçlerinden biri izin istedi ve kemanı rica etti. Kemanda “Akşam oldu hüzünlendim ben yine” demez mi? Tren yıkılıyordu. Bu kadar şarkıların, Türk sanat müziğinin beğenilmesine hayret etmişlerdi.
Müziğin soyadı olmazdı. Gerçekten öyle ve müzikle uzun yollar kısalmıştı.