Birini mutlu eden sonuçta kendisini mutlu eder. Duygular bulaşıcıdır.
Bilim adamlarına göre her insan doğduğunda hisleriyle doğar. Bu duygular uyarılmayı bekler. Örneğin, kızma, sevinme, sevme, sevilme, yardım etme, acıma, acımama ve aklımıza gelen her türlü duygusal anları düşünelim.
Deneyin, göreceksiniz. Siz nasıl davranırsanız karşınızdaki de aynı öyle karşılık verir. Bağırana bağırır, seveni sever, sevmeyenden zamanla uzaklaşır. Bunun birçok örneklerini düşünebiliriz. Her atasözü günümüze uymuyor ama uyanları da az değil. Atasözlerinde insanlığın geçmişteki tecrübeleri, yani birikimleri var. ‘’Üzüm üzüme bakarak kararır.’’, ‘’Her insan ektiğini biçer. ‘’, ‘’ Kimse, yaptığı bir iyiliğin, ya da kötülüğün aynısını yaşamadan bu dünyadan gitmez. ‘’ gibi…
Ömür çok kısa ve kimse ile atışmaya, kavga etmeye sanıldığı kadar zaman yok. Eninde sonunda gideceğimiz toprağın altı. Peki öyleyse yakınlarımızı, söz, davranış ve ruhumuzdan gelen samimi duygularla övmeyi, sevmeyi, maddi manevi desteklemeyi neden bilmeyiz?
Susayım diyorum susamıyorum. Düşündüklerimi yazmadan edemiyorum. Benim derdim de gözü gönlü doymayan, konu dine geldiği zaman bol keseden atıp tutanlarla. Bunlar kim mi? Geçmişini unutan zenginler, siyasiler, politikacılar, dünyayı yönetenler. Bana göre tüm dünyanın asırlardır genel sorunu bu. Başa gelen halkı unutuyor. Tuzları kuru olunca toplumdan kopuyorlar ve işin kötüsü birbirlerini olumsuz yönde aşılıyorlar. Bu yüzdendir ki başımızdakilere, vekillere güvenim kalmadı. Yaradan’ın huzurunda her birinden şikâyetçiyim. Beni mutsuz ediyorlar.
Halkı yoksul düşmüş başkanlar sofraya oturdukları zaman o lokmaları utanmadan, arlanmadan yutar sonra da haktan, hukuktan dem vururlar. Eninde sonunda belki kendilerinin değil ama yakınlarının, evlatlarının, torunlarının o lokmaların hesabını vereceğini neden bilmezler, göremezler?
Şükranca






















