Gaz Lambası’ndan bir anı öykü, öğretmenler günümü mesaj ve telefon ile arayarak kutlamalar yapan yüreklere de benim armağanımdır.
MİKROSKOP
Eğitim Enstitüsünün Türkçe öğretmenliği bölümünü, haziran 1980’de bitirdikten sonra, öğretmen olarak atanmak için çektirilen kurada Tunceli iline çıkmıştı tayinim.
Hak etmiştim çünkü devamlı ‘tayinim Çemişkezek’e çıkacak, diye şom ağızlılık etmiştim, yirmi yaşın verdiği esrüklükle. Meğer Çemişkezek Tunceli’nin ilçesiymiş güzelce öğrenmiş oldum böylece. İlk görev yerime gittim ama göreve başlayamadım. 1980’de sıkı yönetim, sokağa çıkma yasağı ne ararsan var, ev bulamadım, görevime başlayamadım, müstafi sayıldım ne demekse sonra öğrendim tabi ne demek olduğunu müstafi sayılmanın.
Daha sonra her yıl başvurdum Milli Eğitim Bakanlığına, öğretmenliğe atanmak için lakin tam beş yıl görev yapamadım, çünkü her seferinde git Tunceli’den başla dediler göreve. Her başvuruda da yığınla belge isteniyordu, yok heyetli sağlık raporu, yok temiz sicil kağıdı, yok ne yok ne biliyim ne kağıdı neyse, öyle zordu ki alabilmek o belgeleri bir ay sürüyordu, ben beş yılda beş kez aldım o belgeleri, yine de atanıp da başlayamadım göreve.
Sonrasında tespit mahkemesi kurdurup ailenin büyük çocuğu benim, hasta anneme bakmak zorundayım deyip bu durumu bir Dahiliye hekimi raporu ile ispatlayıp evde kurulan tespit mahkemesi belgesi ile hükme bağlatıp mahkeme belgesi alıp bu da yetmedi tam teşekküllü devlet hastanesinden annemin yüksek tansiyon hastalığını tescilleyen sağlık kurulu raporu alıp ona bakmakla yükümlüyüm deyip bin türlü belge aldıktan sonra yılan hikayesine dönen atamamı beş yıl sonra yaptırabildim Milli Eğitim Bakanlığına.
Ama kaderin cilvesine bakın ki atanamadığım bu beş yılı bana Almanya’da görevli olarak yapma fırsatı verdi Allah’ım. Tabi bir de meslekte fedakarlıklarla geçen yıllarım ve çalışmalarım. Bu başka bir öykünün konusu olsun. Hiç unutmam zamanın Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler biz görev isteyen öğretmenleri ‘İlköğretim okullarının 4. ve 5.sınıflarının Türkçe derslerine girmeyi kabul ediyorum’ ifadeli bir taahhütname imzalatarak ilkokul öğretmeni açığı olduğundan zahir oyun ve tuzakla ilkokullarda atayı vermişti. Bakanın bu katagullesi ile beş yıldır yapamadığım görevime 1986 martının 21’de hem bir nevruz günü hem de doğum günüm olan bu tarihte Kemallı Köyü İlkokulunda görevime başlamıştım. Taahhütnamede ‘İlkokulların 4. 5. Sınıflar Türkçe dersi öğretmenliğini kabul ediyorum’ ifadesini imzalatmışlar ama atamam Kemallı Köyü İlköğretim Okulu 4.5. Birleştirilmiş sınıflar sınıf öğretmenliği olarak yapılmıştı.
Yalnızca Türkçe derslerine gireceğimi umarken kendimi 4 ve 5. sınıfların sınıf öğretmeni olarak bulmuştum sınıfın ortasında. Köyde o sene açılan tek sınıflı ortaokulun da Türkçe derslerine ücretli giriyordum.
Beş yıl göreve başlayamamanın acısıyla öyle bir şevkle başladım ki yeni görevime, öğrencilerimi çok sevdim onlar da beni. Dörtlerle sesli ders yaparken beşler sessiz okuma yapıyordu birleştirilmiş sınıfta dersler böyle yapılıyordu.
Çok hevesliydim onlara bütün bildiklerimi öğretmeye başladım, parasız yatılılık sınavları için çalıştırdım, oyunlar, şarkılar öğrettim, folklor ekipleri kurdum milli bayramlar için, parodiler yazıp tiyatrolar çalıştırdım, gücümün üstünde gayretler gösterdim bu emekler boşa gitmedi tabi o öğrencilerimden güzel güzel meslek sahibi olan öğrencilerim var şimdi bugün bile görüştüğüm.
Köyde kalmıyordum, hergün köye taksiyle gidiş dönüş yapıyor olmama, maaşımı bazen taksi parasına yetmemesine rağmen şikayetim yoktu çünkü öğrencilerimi çok sevmiştim öğretmenliği de çok seviyordum.
Bazen arkadaşlarım takılıyorlardı:
-Hey Çalıkuşu nasıl gidiyor öğretmenlik, Kamuran da var mı? Diye.
-İyi gidiyor, var var Kamuran da, diyordum gülerek.
Birgün öğrencilerime Fen Bilgisi dersinde mikroskopla yapılan bir deneyi bir konuyu anlatırken bir çocuğu belki orda mikroskop vardır diye köydeki ortaokula gönderdim, git iste diye, çocuk çoşkuyla koşarak gitti. Fakat kös kös geri döndü.
-Ne oldu? Dedim.
Çocuk
-Müdür kızdı, dedi.
-Niçin?
-Öğretmenin burayı Ortadoğu Teknik Üniversitesi mi sandı? Burada ne arasın mikroskop, dedi, popoma da bir tekme attı, dedi. Güler misin ağlar mısın?
-Neyse, dedim ben size şehirden bulur getiririm.
Bulup götüremedim. En güzel ve en verimli öğretmenlik yıllarımdı.
İki yıl sonra birçok uğraştan ve zorlu bir mücadeleden sonra branşıma dönmüş Türkçe dersi öğretmeni olarak Boğazkale Ortaokuluna atanmıştım.
Sonrasında birçok sınava girip Lisans Eğitimimi tamamladım, Türk Dili Edebiyatı öğretmeni oldum.
En sonunda da sınavlarda başarı gösterip Almanca kursuna gidip B1 düzeyinde dil belgesi alıp Almanya Nürnberg’de öğretmenlik yaptım. Oradaki öğrencilerimi de çok sevdim.
Hiç unutamayacağım bir çok güzel anı yaşamış ve çok değerli birçok dost edinmiş olarak Yurtdışı görevimi bitirip Temmuz 2015’de yurda döndüm.
Yurda döndükten sonra 2015 Ağustos ayında Talim Terbiye Kurulu Program Dairesinde göreve başladım, Lise birinci sınıflar Türk Dili Edebiyatı ders kitabının yazımında görevlendirildim. Bu görevi de gururla yaptım.
2017 Eğitim öğretim yılında tüm Türkiye’de okutulan Lise 1.sınıf Türk Dili Edebiyatı ders kitabını hazırlanmasında görevli dört yazardan biriydim.
Birgün kurumda çalışırken takvime baktım öğretmenler günü yaklaşıyor, ilk kez bu sene 24 Kasım Öğretmenler gününü öğrencisiz geçireceğim diye üzüldüm hüzünlendim. Tam o sırada telefonum çaldı, ilk görev yerinden bir öğrencimdi arayan:
-Hocam bu öğretmenler günü görüşelim, dedi.
-Olur, dedim sevinmiştim yine öğrencisiz geçmeyecekti öğretmenler günüm.
En son dördüncü sınıfta gördüğüm bir öğrencimi kocaman adam olmuş, üniversite okumuş bir muhasebeci olarak görecektim karşımda.
Hemen sonra mikroskop olayını hatırladım. Aklıma da bir fikir geliverdi. İlk görev yaptığım köy okuluna otuz yıl sonra bir mikroskop alıp hediye olarak gönderecektim.
Hemen okulun numarasını bulmak için bilgisayarımı açtım okul müdürüyle tanışıp böyle bir gönderim olacak diyecektim.
Nafile aradım, okulun adı Sungurlu’nun köy okulları listesinde yoktu. Nasıl olur o köyde hem ilkokul vardı hem ortaokul üstelik de orta okul daha sonra köyün daha güzel bir yerine yeniden yapılmıştı.
Neyse hemen telefonla öğrencimi aradım:
-Sizin köyün okulları kapandı mı? Bulamıyorum adını numarasını, dedim.
-Evet, dedi. Tepemden aşağı kaynar sular döküldü, öyle meyus oldum ki sözle tarifi mümkün değil.
-Niçin?
-Taşımalı eğitime geçildi.
-Ne zaman? Dedim.
-2013’de, dedi
Sungurlu’ya yakın, birçok öğrencisi olan bir köyün okulları taşımalı eğitim safsatasıyla nasıl kapatılır.
Köyün çocuğu, giyim kuşamıyla şehirli çoçuğunun yanında eziklik duyar, öğle araları ne yer ne içer, nerelerde gezer? Gün boyu söylendim, öfkelendim, üzüldüm durdum.
Ertesi gün öğretmenler günüydü sevgili öğrencim gelip beni aldı, Cebeci’de bir yere yemeğe gittik ama yemek mi beni yedi ben mi yemeği yedim bilemedim.
Tabi sohbetin konusu hep köydeki okulun kapatılmasıydı. Köy okulları kapatılmamalıydı.
Şimdilerde bazen yolum düşüyor köylere viraneye dönen metruk köy okullarını görünce içim yanıyor çok üzülüyorum ve ‘mektepler olmasa bem milli eğitimi bir günde düzeltirim’ diyen eski marif vekilini hatırlıyorum.
Adam çok önğörülüymüş okulların çoğu kapalı şimdi . Sahi kimdi onu diyen?
Şükran Uçkaç Yargı Sazsızozan
24 Eylül 2019
ANKARA























