65 Yıl Sonra
öğretmezsek, gerçekleri halkımıza
yaşanan her sorunun çözümünü
Tanrı’dan bekler o da.
H.E.
Aksu İlköğretmen Okulu’nda 1958 yaz çalışmalarına kaldığımız sürede okuduğum Gökalp’in Türkçülüğün Esasları adlı eserinden sonra, yine çok beğendiğim ikinci kitabın yazarı bir Rus’tu. Hayır, hayır, Tolstoy da değildi, Çehov da… Dostoyevski de değildi; Puşkin, Gogol, Gorki de…
Kitabın adı Beyaz Zambaklar Memleketi Finlandiya, yazarı da Grigoriy Petrov’du. Okul kütüphanesine gelen gazete ve dergilerde sıkça sözü edilen bir eserdi bu. Merak ediyordum; doğup büyüdükleri ülkeyi sözde değil özde seven Finlandiyalı ülkücü aydınlar, “bataklıklar memleketi” denen yurtlarını, Snellman’ın önderliğinde nasıl “Ak Zambaklar Ülkesi”ne dönüştürdüklerini.
Öyle Tolstoy’un “Harp ve Sulh”ü, Yaşar Kemal’in “İnce Memed”i, Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu” romanı gibi kalın bir kitap değildi bu. İncecikti. İnsanın gözünü korkutmuyordu yani. Bir başladım, bırakamadım bir daha. Yazar, kendisi Rus olmasına karşın, öyle güzel ve coşkuyla anlatıyordu ki Finlandiya’nın karanlıktan aydınlığa, gerilikten çağdaşlığa geçişini!..
Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları’nda ülkemizin gerilikten ve geri kalmışlıktan nasıl kurtulacağını anlatıyordu; Gregoriy Petrov, Finlandiya’nın Snellman adlı bir aydının önderliğinde nasıl kurtulduğunu… Petrov, 10 yıl önce doğup bir yıl sonra ölmüş Gökalp’ten. Çağdaş iki yazar… Öyle benziyor ki anlattıkları birbirine! Biri kuram, hayal, düş; öteki yaşanmış gerçek…
Öyle sevdim ki bu kitabı ve kitabın kahramanı Snellman’ı, yazarın ikinci bir kitabını da okudum hemen. Daha sonraları “Ülkücü Öğretmen” adıyla basılan o eserinin adı, “Mefkûreci Muallim”di.
Aradan onca yıl geçtikten sonra eğitimci yazar dostum Muhsin Durucan bir ay kadar önce gazetede yayımlanan bir yazısında söz etti; Beyaz Zambaklar Memleketi Finlandiya kitabından. Ve ben 1963’te Dicle İlköğretmen Okulu’nda öğretmenken, 5. sınıfların edebiyat derslerine bu kitabı okuyarak başladığımı anımsadım.
Benden istenenlerin dışında görülmemiş bir davranıştı yaptığım. Ders kitabı dururken önümde Fuzûli, Bâki ve Nef’i’yi öğretmem gerekirken, derste bir Rus yazarının kitabını okumak ve okutmak da ne oluyordu? Çok değerli bakanlık müfettişlerimizin haberi olsaydı bu “gayri milli” saçmalığımdan, Hasanoğlan Öğretmen Okulu’na atanmadan önce hangi kör kuyuya atarlardı beni, kim bilir!
Okuma işi bittikten sonra, öğrencilerimden kitapla ilgili duygu ve düşüncelerini anlatan bir kompozisyon yazmalarını istemiştim. Yükseköğrenimini yaptıktan sonra Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi’nde uzun yıllar öğretmen olarak görev yapan öğrencim Maaz Akay’ın kompozisyonunu çok beğenmiştim.
Kendisini kutlayarak sınıfta da okuttum bu kompozisyonu. Sevgili Maaz, “Biz niçin bir Snellman yetiştirememişiz?” diye üzüntüsünü dile getiriyordu. O da aynı okuldan öğrencim Nâlan Uluğ gibi, fen derslerini pek sevmezdi ama edebiyat ve kompozisyonda çok başarılıydı.
2 / 2
On gün kadar önce Silivri’de bir kitapçıya, “Ak Zambaklar Ülkesi adlı kitap var mı?” diye sordum. “Var, olacaktı.” deyip aradılar biraz. Buldular sonunda. Hem de iki tane… İkisini de satın aldım. Birini dikkatle ve birçok yerini çizerek okuyorum; 65 yıl önceki gibi aynı ilgi ve heyecanla. İkinci kitap kime kısmet olacak, hangi dosta gidecek bakalım?
Koridor Yayıncılık’ın 72 no’lu bu kitabı, 2023’te İstanbul’da basılmış. Rusça’dan çeviren Nilüfer Denissova… Bu eserin girişinde Marina Vituhnovskaya, yazar Petrov’u tanıtmış; tam 41 sayfa. İlgi ve merakla okunan mücadeleci bir yaşam öyküsü…
Rusya’da Ruhban Lisesi ve Ruhban Akademisi mezunu bir din adamı, bir rahip o… Kendisi vaiz olmayı seçer. Kısa zamanda halkın çok sevip saydığı bir vaiz olarak ünlenir.
Birçok din adamının aksine, güncel konular seçip halkın anlayacağı bir dille verir vaazlarını.
Konuşma yaptığı okullarda, tüm öğrenciler Petrov’u dinlemek için koştuğundan, öğretmenlerin hiçbiri ders yapacak öğrenci bulamazlarmış o gün.
Ele aldığı konular gibi, konuşma yeteneği ve sesinin tonu da dinleyicileri coşturur. Hamasi yani destansı bir söylev değildir onunkisi. Gerçekleri dile getirir hep. Halkın yoksulluğunu anlatır. Aydın kesime seslenerek, kendilerini vatana ve millete adamaları için çağrıda bulunur.
Rus toplumunun tembelliğinden, aydınların ve din adamlarının halkın sorunlarıyla ilgilenmediğinden yakınır. Ama yalnızca yakınmakla yetinmez. Yol gösterir; çözüm önerir:
“Rusya’da hayat zor… Halk bilgisizlik ve yoksulluğun pençesinde… Ülkemizin tüm bilinçli insanları Rusya’yı daha iyi, daha düzenli hâle getirmek için gece gündüz çalışmak zorunda… Güneş çoktan doğdu! Çalışma Vakti! Öğrenmeli ve öğretmeliyiz.” diye kükrer ki, siz olsanız bağrınıza basmaz mıydınız; böyle cesur, böyle halkçı, böyle yiğit bir vaizi?
Yaşar Nuri Öztürk gibi bizde de çıkıyor ara sıra, çıkıyor da, güçlü kuvvetli dincilerimizle sarmaş dolaş olan politikacılarımız, o gerçek yurtseverin sesini kısıp ağzını kapatıveriyorlar hemen.
Ve böylece gerçekleri öğrenemeyen halkımız, kendisini uyandırmak isteyenleri değil de emeğini sömürenleri dost sanıp kanını emenleri alkışlıyor hep.
Hüseyin Erkan