‘Asri pencereli
Düdüklü tencereli
Dumansız bacalı
Kaynanasız kocalı’ evler isterlermiş eskiden kızlar.
Direnemezsiniz teknolojideki gelişmelere.
Kent yaşamının zorunlu kılması ile evlerimizi dolduran robot süpürgeler, airfreyler, fırınlar, ısıtıcılar, çırpıcılar yoğurucular, karıştırıcılar gibi bir yığın elektronik araç ve makineden sonra çamaşır kurutma makineleri de olmazsa olmazı oldu evlerimizin.
Çok mu gerekli? Evet gerekli, kışı uzundur bizim İç Anadolu ikliminin. Tabi ki çamaşırların havadar bir yerde kuruması en sağlıklısı ama günlerce kurutulamuyor. Kışın gelmesiyle birlikte çamaşırların içerde kurutulması hem uzun sürüyordu hem de oluşan nem birçok sağlık sorununa yol açıyordu.
Her ne kadar elektrik faturalarını zengin etse de iyi oldu kurutma makineleri ama ‘ütü ayarında’ kurutsanız biraz nemli kalıyor çamaşırlar ‘dolap ayarında’ kurutunca da çamaşırlar buruş buruş çıkıyor makineden. Eskilerin deyimiyle ‘hırsız koynundan çıkmış gibi’ oluyor çamaşırlar, geçen yıl biz de edindik mecburen.
Bu gün buruşuk çamaşırları anacığımdan bellediğim ‘el ütüsüyle’ katlarken usuma düştü bu yazı. Acaba çamaşırları fazla buruşmadan kurutmak mümkün de biz mi bilmiyoruz? Kullanma kılavuzuna bakmalı tekrar.
Sonra anneciğimin çamaşır yıkama ve kurutma ritüellerini hatırladım birden. Islak çamaşırları makineden çıkarırken çok düzgün katlar, sepete yerleştirir sonra elleriyle iyice bastırdı ‘kızım bu sepet ütüsü derdi. Böyle katlanarak, elle bastırılan ıslak çamaşır bekleyince balkon iplerine asıldığında, ütüye gerek kalmayacak şekilde düzgünce kururdu.
Kuruyan çamaşırları ipten toplayıyıp tekrar düzenlice katlar yine iki eliyle düzeltir, bastırır ve bu da ‘el ütüsü’ derdi.
Daha eskiden halı altı ve yatak ütüsü de yapıldığını söylerdi, gülerdik, siz gülmeyin, közle doldurulup ısıtılan ütüleri de gördük değil mi? bizim akranlar.
Çok eskiden bahçelere gerilen iplere, en eskiden de çalı ve ağaç dallarına serilirmiş giysi ve örtüler, nerelerden nerelere.
Giysiydi çamaşırdı derken neler çağrıştırdı bizim çamaşırlar, ışıktan hızlı gittim gerilere.
Çok eskiden postalar zor şartlarda taşınırken, kaybolmasın diye bez torbalara koyulur, üzerine o ayın adı yazılıp ya ata, eşeğe ya da posta arabalarına yüklenir götürülürmüş şehirden şehire.
Gazın, bezin, tuzun karneyle alındığı günlerde bir posta (müvezzii) çalışanı bu bez posta torbalardan evine götürürmüş, hanımı da bu bez torbaları kesip ulayıp pijamadan çok önceleri giyilen bir ‘gece entarisi’ dikivermiş kocasına.
Adam, bir gün hastalanmış, arkadaşları, ziyarete gelmiş, ziyarete gelen arkadaşı bir de ne görsün bizimkinin üstünde bez torbalardan dikilen gecelik entari, yakasında da o ayki posta adı. Cemaziyül evvel.
Aradan zaman geçmiş, arkadaşıyla bir konuda ters düşmüşler. Adam kendini övüyormuş. Arkadaşı demiş ki ‘sus ülen sus, ben senin Cemaziül evvel’ini de bilirim, Cemaziyül ahirini de’
Nerelerden nereye geldik.
Esen kalın efendim, şu kış günü, yuduğunuz çamaşırlar mis gibi koksun ve tez kurusun inşallah.
Şükran Uçkaç Yargı Sazsızozan
15 Kasım 2025 Ankara























