Yük gemisinde makinist olarak çalışıyordu. “Dünya turuna ne dersin?” dediğinde önce şaşırdım, bir anda “olabilir,” dedim. Gemide bir süre seyahat edecek ve gerekirse, çalışacaktım. Yolculuğun ne kadar süreceği de belli değildi.
Akdeniz’e açıldığımız, ilk gün hava güzeldi, deniz mavilikte gökyüzüyle yarışıyordu. Yalnız su görüyorduk ama suyun da bir güzelliği vardı. Bu güzellik akşam üzeri değişti. Değişim ani oldu ve bulutların kargaşası denizin çalkantısına neden oldu.
Geminin dalgalarla önce dansı, sonra ise boğuşması başladı. Boğuşma tehlikeli boyuta vardı. Böyle bir yolculuk yaşamadığımız için, denizin çalkantısını ve dalgaların dehşet yükselmesini canavarca bulduk. Denize kamaramızdan korku dolu gözlerle baktık.
Dehşet içindeki gözlerimiz, yalpalama olayını, ölüm dansı olarak algılıyordu.
Hareketsiz kalıp soluğumuzu tutmuş ve sesimiz çıkmaz olmuştu. Denize bakamıyor, dalgaların güverteden geçişini, dehşet anlarıydı. Gürültüsü bir çığlık anını yansıtıyordu. Kaçak işçi, titremekten konuşamıyordu. “Kader, yaşantım buraya kadar,” diyordu.
Anlaşılmaz bir şekilde korkuya kapılmıştık. Gemi yan yattı veya yatacaktı. Kurtuluş ümidimiz hiç yoktu. Kaçak yolcu, “Evimin çatısı uçtu, ağaçları kırdı ve arabayı yere yapıştırdı,” dedi. Gemideyiz dediğimizde, “Geminin de güvertesi uçtu,” dedi.
Korkunun insanı bu kadar sarstığını, titremeyle gelen bozukluğun önce akıl kaybı olduğunu yaşıyorduk. Her taraf karanlıktı. Ruhumuz da bundan nasibini almıştı. Kaçak yolcu, titrediğinin farkında değildi. Cesareti kırılmış ve korkularıyla baş başa kalmıştı.
Saate bakmak kimsenin aklına gelmiyordu. Rüzgâr sabahın seherinde yerini sakin bir havaya bırakıyordu. Yeni bir gün de olsa dalgalar, aynı hırsta su kütlesini gemiye çarpıyordu. Rüzgâr ve dalga, biri savuruyor, diğeri de boğuyordu.
Kendimizden geçiyor, ter içinde yüzüyorduk. Derler ya “ecel terleri” tanımlamaya gerek yok. Yükseldiğimiz gibi dalgalar arasına çakılıyorduk. Gemi ikiye bölünecekmiş gibi dalgalarla kıyıya çarpıyorduk. Umursamazlıkla gelen, su kütlesi, çarpma mı yoksa gök gürlemesi mi belli olmuyordu. Yalnız bağırma sesleri, “bittim, yeter artık,” sürüyordu.
Kaçak, birden ayağa kalktı ve “ışık yandı, her şey geçti. Artık korkmuyorum,” dedi. Dışarı çıkmak istedi, bırakmadık. Ağladı ve soluk alamadığını söyledi. Elimizden kurtuldu ve kendini dışarı attı. Sert bir rüzgâr ve peşinden silip süpüren su kütlesi, kaçaktan geriye ne ses ne de titreme bıraktı.
Korkuya yolculuk…
Dalgaların hedefinde kalan gemi, rüzgârın etkisiyle, kendinden geçiyordu. Üç gündür, gün yüzü görmedik. Kaçağın titremesi bize geçmişti. Anlaşılamayacak bir şekilde titriyorduk. Şimdilik korkunun verdiği ızdıraba katlanıyorduk. Deniz gerçek yüzünü göstermişti. Geminin bir tarafa sürüklendiğini fark ediyorduk. Arada havalanıyor ve düştüğünde ise, kulakları tırmalayan sesler duyuyor ve acılarımız katlanıyordu. Geminin içi çürük meyve gibi kokmaya başlamıştı.
Kontrolümüzü kaybetmiş ve aşırı derecede, yalpa yapıyorduk. Kamarotta olduğumuzu unutmuş olacağız ki, vadide inip biraz gezmek istedik. Çınar ağacının dibinde oturduk ve ayağımızı suya uzattık.
Hayalimizde yaz esintisiyle rahat ettiğimizi sandığımızda, öyle bir alabora olduk ki, yere yığılıp kaldık. Kaçağın kaçması suyun azizliği mi yoksa havanın istenmeyen hareketi miydi? Diye arkadaş sordu. Gözümüz sisten, kulaklarımız gürültüden görev aksamasına uğramıştı. Düşümüzde bile su kütlesi bizi yutmuştu. Dalgaların ihaneti dur durak bilmiyordu.
Arkadaşımla daha önce de bir seyahatimiz olmuştu. Fakat yaşamadığımız olaylar bu defa başımızdan geçiyordu. Buna rağmen, gemiyi bir limanda ve kendimi de kıyıda kumların sıcaklığına bırakmış olarak düşünmeyi rüyamda görmek istedim.
Gün dönümü, rüzgâr değişimi, güneşin tepe noktası ve batışıyla ilgili olaylarda esintisiz ve çalkantısız kalmak diye bir bilgi yok muydu?
Ekmeği gevelerken, zeytini yutsaydım ve kuru pastayı ağzıma tıksaydım. Belki içimin sallanmasına az da olsa, dur diyebilseydim.
Dalgaların patladığı gemi, geminin yaslandığı tepeler ve arkası korku sarmalına aracılık ediyordu.
Karanlıkta dalgalarla sallansak, gündüzün güçlü rüzgârlarla gerilsek ve bu yolculuk için şans desek.
Şans desek ve şansımıza küssek.
Hasan TANRIVERDİ