İnsan doğasının en rahatsız edici reflekslerinden, en baskın duygularından biridir ‘korku’. Buna karşılık yine de alabildiğine çekici gelebilir korkmak, gerilim duygusunu tatmak. Özellikle insan aklının cevaplayamadığı hallerin, doğaüstü durumların bilinmezliğinden gelişen özel korkular gizemle ürküntüyü bir arada hissettirir insana.
Kuşkusuz gerçek hayat yerine kurguların sunduğu korku duygusu için geçerli bu durum. Zira yaşamın içinde türlü biçimde kendini hissettiren korkuları çekici bulmanın mantık yönü çok da sağlam değil. Bu yaklaşım olsa olsa ‘Varolmanın Dayanılmaz

Gerilim-korku edebiyatına baktığımızda, 1974’teki ‘Göz/Carrie’ romanıyla ‘korkunun üstadı’ olma yolunda ilk adımı atan Stephen King’in romanları bu anlamda kesinlikle ilk sırada yer almakta. Korkuturken düşündürmeyi başaran ve karakterlerini donanımlı biçimde yaratıp akışın dozunu düşürmeden olayları geliştiren King’in pek çok romanının sinemaya uyarlanması da bunun sonucu zaten. Nitekim Kara Kule, O, Hayvan Mezarlığı, Oyun, Sis, Yeşil Yol, Uyuyan Güzeller vb. nice ölümsüz eserde imzası bulunan ve kendi romanlarını eleştirmekten çekinmeyen yazarın beyazperdede yer alan son eseri ‘Doktor Uyku/Doctor Sleep’ de korkuya nefes aldıran türden bir çalışma konumunda.

Peki, 2013’te okurlarıyla buluşan ve günümüzde sinema filmi olarak yeniden popülerleşen bu eserin beyazperdedeki hali istenileni verebilecek güçte yaratılmış mı? Gelin, korkuya nefes aldıran ‘Doktor Uyku’yu derinlemesine irdeleyelim şimdi.
‘DOKTOR UYKU’NUN KENDİNE HAS ÖZELLİĞİ
Warner Bros.’un yapımcılığını üstlendiği; yönetmen koltuğunda yine bir Stephen King romanı olan ‘‘Gerald’s Game /Oyun’’u Netflix için uyarlayan Mike Flanagan’ın oturduğu ‘Doktor Uyku’ için söylenecek ilk söz hem bir devam işi olduğu, hem de bağımsız izlenebilecek nitelikte yaratıldığı yönünde… Yani Küçük Danny’nin yetişkin halinde yaşananları ele alan içerik, bu yönüyle devam eseri özelliği sergilerken, diğer yandan bu süreçte kendi öyküsünü de geliştirmiş halde. Dolayısıyla devam filmlerinde kendini hissettiren ‘Başını bilmeme’ sorunu burada çok keskin biçimde karşımıza çıkmıyor.


IŞILTILI DANNY’YE NE OLDU?
Bizdeki roman ismiyle ‘Medyum’un, orijinaliyle ‘The Shining’in devamı niteliğinde olan ve ‘The Shining’teki Danny Torrance isimli çocuğun akıbetini sergileyen ‘Doktor Uyku’nun filmi, 1980 yılının Florida’sında ormanda piknik yapan bir ailenin ışıltılı kızlarının ‘My Wild Irish Rose/Benim Vahşi İrlandalı Gülüm’ parçasını söyleyen ilginç görünümlü Şapkalı Rose ve arkadaşları tarafından tuzağa düşürülmesiyle açılışını yapıyor.
Özel biri olan küçük Violette’in ormanda birden beliren özel kişilerce yok edilmesinin ardından başlangıcını yapıp 237 no. lu odaya çağırılan küçük Danny’nin kâbusuyla korku-gerilimini sergilemeye geçen yapım, ‘Karanlık şeylerden kurtulmak için içimizdeki ışıltı ilaç gibidir’ mantığıyla ilerliyor.
Overloook Oteli yanıp babası öldükten sonra Danny ile annesine ne olduğunu kestirme biçimde veren ‘Doktor Uyku’, bu süreçte annesiyle birlikte kendi haline yaşamaya çalışırken 217 nolu odanın banyosundaki Bayan Massie’yi yeniden gören küçük Danny için Overlook Oteli kâbuslarını tekrar başlatıyor. Yanı sıra Danny’nin bu kötü durumdan kurtulmasını sağlayan yol göstericisi Dick’i de sahneye çıkartıyor.

Otobüsten iner inmez şans yüzüne gülen Dan, kedi misali dört ayak üstüne düşüp dört dörtlük bir destekle başlıyor yeni hayatına. Kimin öleceğini hisseden Azzie isimli kedi figürüyle, hayvanların insanlardan daha duyarlı olduğunun altını çizen akış, inancın gücüyle alkolden arınan Dan için huzurevi bakıcılığını layık görüyor bu süreçte. Işıltısını, ölmek üzere olan insanları rahatlatmakta kullandığı için de ‘Doktor Uyku’ lakabını alıyor. Böylece ışıltılı Danny yetişkinliğinde ‘Doktor Uyku’ya dönüşmüş oluyor.

Anlayacağınız; Işıltılı Danny’ye ne oldu sorusunun cevabını, ‘Her şey başladığı yere döndü ve yol göstericilik görevi el değiştirdi’ şeklinde özetleyebiliriz! Bu akışta uyarlama performansı nasıl diye sorgulayacak olursak…

Stephan King’in okur merakını gidermek adına yarattığını söylediği ‘Doktor Uyku’nun beyazperdedeki performansına geldiğimizde… ‘The Shining’ filmi için ‘Bence Torrance Ailesinin hikâyesi filmdeki değil, kitaptakidir’ diyerek eserinin uyarlanış biçiminden pek de hoşnut olmadığını hissettiren King, ‘Doktor Uyku’ uyarlaması için ne düşünür bilemem ama ‘The Shining’in aksine bu kitabın sinemaya aktarımı daha kayda değer olmuş gibi durmakta bana göre. Neden derseniz…
Gerek karakterleri, gerekse korku ağırlıklı gerilim atmosferiyle ilk andan itibaren okurunu kuşatıp Torrance Ailesinin içine düştüğü kâbusu ve ürkünçlüğü gayet başarıyla tasvir eden ‘The Shining’ romanının uyarlama filmi romanıyla aynı tadı yaşatamamıştı açıkçası. Evet… Jack Nicholson’ın oyunculuğu müthişti… Müziğin seyirciyi atmosferin içine çekme etkisi mükemmeldi… Sahneleri bol kanlı kuran Stanley Kubrick’in yönetmenliği de başarılıydı ama… Kitapla film arasında bir sürü fark vardı. Hani neredeyse ‘Kitapla filmin hiç ilgisi yok’ dedirten türden! Zaten Stefen King de, Kubrick’in uyarlamayı kafasına göre şekillendirdiğini düşünmüş olsa gerek ki, sonraki yıllarda romanının dizisini çekti. Yönetmenlik yönüyle filmin gerisinde kalsa bile içeriği romanla paraleldi en azından.

İlk romandaki ‘Işıltı’nın sisler arkasından çıkmasını sağlayarak ve çocukluğunda yaşadıklarından etkilenerek sefil bir geleceğe sürüklenen Dan’in ruhsal durumuna odaklanıp yol alan ‘Doktor Uyku’nun en dikkat çeken yönü, kötülüğü sunuş biçimi! Bunun derinliğini, ışıltısı olağanüstü sayılabilecek Abra karakterini ve ışıltılarla beslenen grubun lideri Şapkalı Rose’u devreye sokan gelişimde görebiliyoruz. Bu evrede iyilik ışıltısının tüm gücüyle ortaya çıkması gerektiği vurgulanırken, True Knot tarikatının üyeleriyle görselliğiyle kötülüğe sevimli bir hava katılıyor adeta. Yumuşatılan kötülüğün de temelinde kendince bir gerekçesi ve haklılık payı olabileceği hatırlatılıyor ince detaylarla… Öyle ki, sıradan insanlardan farklı yetenekleri olanlar neden ayrıcalıklı bir yaşam süremesin diye sorgulamak dahi mümkün. Bu soruyu sormamızın önünü açar nitelikteki kötülük yansıması, özel kişilerin ışıltılarını yaşam kaynağı yapan ‘Buhar Avcıları’nın eylemlerine de farklı bir bakış açısı yaratıyor açıkçası.
Öte yandan aile olmanın gerektirdiği sorumlulukların bazı erkeklere ağır geldiği ve bunalıma soktuğu gerçeğini çok güzel özetleyen yapımın kurgusal zenginliği yüksek olan kitaptan ayrıştığı durumlar da yok değil. Bu noktada kimi olayların kestirmeden verilmesinin yarattığı boşluğu ya da 11 Eylül olayını hisseden Abra’nın henüz bebekken Dan ile iletişime geçmesinin üstünde durulmaması gibi detayları sayabiliriz mesela! Keza Dan’in bakımevindeki ‘Doktor Uyku’luk süreç de özet geçilmiş. Ancak 152 dakikalık bir filmin romandaki detayları olduğu gibi aktaramayacağı da bir gerçek.
SONUÇTA; ‘Doktor Uyku’yu, Stanley Kubrick’in yarattığı ‘The Shining’ filminin değil, eserin asıl yaratıcısı Stefen King’in ‘The Shining’ romanının devamı niteliğinde algılamak şart! Aksi takdirde değerlendirmelerde yanılgıya düşmek kaçınılmaz.


















