’88ibi koruyordu. Kılıç “zabit” dedesinin emanetiydi. Soygunda kılıç kullanılmış haberi, Kasabaya bomba gibi düşmüş ve babayı tedirgin etmişti. Kılıcın kullanılmış olması, belki de söylentiydi. Fakat bu konuda kesin bir bilgi bilinmese de kılıç ilgiyi artırıyordu. Baba çoğu zaman, paşalardan birinin, zabit dedesine verdiği ve dedesinin de babasına emanet ettiği kılıcı; çarşı ve pazarda anlatıyor ve ondan da gururlanıyordu.
Arkadaşı zamanında “Kılıcı devlete teslim edebilirsin,” dediğinde bir an burukluk yaşasa da kılıcın sorumluluğunu daha fazla taşıyamam, diyerek bugünlerde hükümete gidecekti. “Emanet eşeğin yuları gevşek olur.” Boşuna denmez. Kılıcı hükümete vermek için Kasabanın hafta gününü beklerken, sahilde turistlerin soyulması olayı olmuştu. Soygun kılıç ile gerçekleşmişti. Baba için kılıcın olaya karıştırılması, çok önemliydi.
Baba, ikinci bir haber ile sarsıldı. Soygunculardan birinin, oğlu olduğu bilgisiyle yıkıldı. İri yarı adam, çöktü sarardı soldu. Kafasını kaldıramaz oldu. Komşusunun yardımıyla eve gidebildi. Bir süre uzandıktan sonra, kılıcın yerinde olmadığını görünce, ne yapacağını şaşırdı. Komşusuna, dilimi sanki kelepçelediler, dedi. Babanın suratından düşen bin parçaydı. Saçları dağılmış, geri kalanı da beyazlamıştı. Alnındaki kırışıklıklar belirgin hâle gelmişti. Kızardı, bozardı ve kapının önüne çöktü. Yavrusunu kaybeden kurt gibiydi. Alnından akan ter, eşiği ıslattı. Saçları diken gibi oldu. Gözleri kızardı. Ocağın alevinin sönmesi gibi, bir insanın ruhu kül olmuşsa ondan her şey beklenirdi. Emanetin değerini bilmez ki, diyerek feryat etti.
Komşusuyla çarşıya dönebildi ve yetkili kuruluşa gidip durumu anlattılar. Soygunu yapanın, oğlu olduğunu söyledi. Çünkü saltanat kılıcı yerinde yoktu.
Baba “Yüreğe ahlaksızlık yerleşmişse ondan her şey beklenir,” dedi.
Soyguncu üç kafadar, babanın şikâyeti üzerine her yerde aranmaya başlandı. Alınan bilgiye göre, kafadarlar bir miktar para ve altın ile yaylaya kaçmışlardı.
Baba o gece sabaha kadar uyuyamadı. Fırtınalı gecede de uyuyamamıştı ama bu olay çok farklıydı. Çünkü başına neyin geleceği belli değildi. Kader acı ve öfke dolu olayı bağrına dayamıştı.
Yaylada saklandıkları evde, dumanın görünmesi üzerine, emniyet yetkililerine haber verildi ve üç kafadarı yakaladılar. İfadeleri alınmak üzere ilçeye vardılar. Kafadarlar ifadelerinde olayı itiraf ettiler ve kılıcı kaybettiklerini söylediler. Babaya oğlun nasıl böyle bir olayı yapar? Diye sorduklarında, Baba “Eşek ırmağın kadrini bilmez,” dedi.
Oğlunun burnu, kartal gagası gibi düşmüş, yüzü tüm hilekârlığıyla sararmıştı. İnsanlık dışı bir kılıktaydı. Babasının sesini duyunca, babasına sarılmak istedi. Babası, “Söyleyecek bir söz bulamıyorum,” dedi. Sesi soğuk ve duygusaldı. Çünkü çocuğunun o hâli iyice kolunu kanadını soldurmuştu. Göz bebekleri büyümüş ve zorlukla soluk alıyordu. Baba onu görmek istemiyorum, ne derdi varsa çeksin, dedi. Dışarı çıktı, yağmurla birlikte, hava da soğumuştu.
Baba oğlunun dağ çileğini sevdiğini söyledi. Çilek için güneye gitmiş ve orada kaybetmiş olabilir, dedi. Tekrar yaylaya çıktılar ve çileğin olduğu alanları aradılar.
Umutların tükendiği anda kılıcı buluyorlar.
Baba, yetkililere kılıcı gereken yere teslim etmenizi istiyorum, dedi.
Kılıç müzede yerini aldı. Böylece bir kötülük iyiliğin temeli oldu.
Hasan TANRIVERDİ