Gökyüzü sessiz, yıldızlar sönmüş ve gün ağarmakta. Rehaveti üzerimden atamama rağmen, pencereyi araladım. Ufkun görüntüsü tam bir kartpostallık. Bu görüntüyle ilgili, kartpostalları seçtim.
Seçtiklerimle göz göze geldik. Her birinin manzarası karşısında büyülendim. Kuşaktan kuşağa aktarılmasına inandığım kartpostallarla, bahar sabahında, hayallerimin ufkuyla ilgili anılarımı yaşadım. Rüya gibi.
Kartpostallara; önemli günler için iyi dileklerimi yazıyordum. Böylece hayatın içinden, anılarımı saklıyordum.
Bir dönemin belgesi niteliğindeki kartpostallarım, bir kültür ve her şeye rağmen, ona uygun yaşanmışlıkların belgesi niteliğindeydi. Göz alıcı kartpostallarım.
Kartpostallarım; kütüphanede kitap dolaplarını, camilerde kubbe, minare ve selvilerin güzelliklerini yansıtıyordu.
Kartpostallarım; parklardı havuzunun başında eğlendiğimiz, birlikte şarkı söylediğimiz, köşkler, saraylar ve kalelerin simgesiydi.
Kartpostallarım; Çanakkale geçilmezi vurguluyordu. Gelibolu, Anafartalar, Conkbayırı, Arıburnu ve Seddülbahir’di.
Kartpostallarım; Komutanı ATATÜRK olan şanlı Türk Ordusuydu.
Heyecanla topladığım kartpostallarda, sahili döven dalgalar arasında, takalar da vardı. Sevgi bağımı güçlendiren tarihi belgelerimi, geleceğe aktarmaya devam edeceğim, dedim.
Görev yerlerimin, tarihi yapıları ve doğal güzellikleri kartpostallarımın nadide örnekleriydi. Akarsular, şelaleler, köprüler ve dağ manzaraları turistik sahaları da vardı. Sevgi çemberimin meşalesi gibiydi, kartpostallarım. İlgililerle paylaştığım güzellikler.
Paylaşmak yurdun dört bir tarafına bu değerlerin yayılması demekti. Gezilip görülmeye değer bulunduğu için bölgelere turlar düzenleniyordu. Alparslan’ın Anadolu toprağına ayak bastığı Ani harabeleri, Efes harabeleri ve Bergama harabeleri dillere destandı.
Harabe, kale ve saraylarla ilgili kartpostallarımı, günümüz görevlilerine gösterdiğimde şaşırıyorlar. Bugün değişikliklerin olduğunu söylüyorlar. Çektirdiğimiz fotoğraflar bile farklı, diyorlar.
Yalnız saraylar, köşkler, camiler ve tarihi taş yapıların estetiği ve canlılığı içimize ruhumuza işliyordu. Bu ruh şehre ve yöreye kendine has bir karakter, canlılık simgeliyordu. Camiler, saraylar ve kalelerin isimleri söylendiğinde, yörenin ruhunu yansıtıyordu.
Saray olarak en çok Topkapı sarayının kartpostallarını bulundurmaktayım. Sarayın kutsal emanetleri ve hazine dairesi, muhteşem eserleri barındırmaktadır. Bağdat köşkünden manzaralar harikadır. Tarih kokan atmosferin resmi, Gülhane parkı güzellik abidesidir. Kartpostallarım arasında Adalar ve Beyoğlu da yerini almıştır. Beyoğlu sinemaları, zevk ve neşenin kaynağı.
Kartpostallarım bu açıdan tarihin ruhunu yansıtıyor ve her birinden gurur duyacak, derecede yararlanıyorum.
Günümüzde şehirlere yapılan binalar, sevgiden uzak, estetikten habersiz bir taş yığınını aksettiriyordu. Ruhsuz ve kişiliksiz yapılardı. Şehirlerin adını kaldır, binalar başka şehre de ait olabilirdi.
Özellikle binalara belirli bir estetik verilmesi gerekir. Estetikten geçtik, doğaya da uyumsuzlar. Ben yaptım oldu mantığının hâkim olduğu bir anlayış, bu kadar olacaktır. Bu tür günümüz yapılarını kartpostal olarak koleksiyonuma koymam mümkün değildir.
İlk gönderdiğim ve de sakladığım, dalgalar arasında takanın kurtulma mücadelesidir.
Son aldığım ise, Erzurum çifte minareli camiidir.























