10. BÖLÜM ve 9. KISIM
12Eylül 1980’de, bir aylık tutsaklığın sona ermesiyle, yeni bir yaşama başlayız.
Bir hafta evimden çıkmadan geçmiş olsuna gelenleri ve gidenleri ağırladım. Sonrasında yorgunluğumu gidermeye çalışıp, bundan sonraki yıllarımın nasıl yaşayabileceğime karar verecektim. Aradan on gün geçmişti, Muhtarında tahliyesi yapılmış ve evine gelmişti. Aslında bu tahliyeye çok sevinmiştim. Hemen de geçmiş olsun ziyaretine gittim. Köylüler bana geçmiş olsuna geldikleri gibi, muhtara da gelmişlerdi. Herkes muhtarın evindeydi. Gelenlerin her biri ayrı bir laf söylüyorlardı. Muhtarı şikâyet edenlere küfür ediyorlardı.
Muhtarla hasret giderircesine uzun uzun sohbet ettik. Olan oldu gecen geçti, bundan sonrası önemlidir, deyip ayrıldık.
O günden sonra, günler bir birini kovalarken, dedikodunun önü arkası kesilmiyordu. Yeni kumpasların peşinde olanlar vardı. Her gün olumsuz haber uçuruluyordu. Kumpasçılar boş durmuyor, şikâyetler havalarda uçuşuyordu. Artık Arpaçay karakolu bir yana bırakılmış, bölge saha komutanı olan Şahnalar Tabur Komutanlığına gidiyorlardı. Her gidende benimle ilgili sorguya çekiliyordu. Tabi gidenlerin tamamı benimle ilgili tek kötü söz söylemedikleri içinde, tabur komutanı çağırdığı kişileri dövüp gönderiyordu. Her gidip gelen benim yanıma geliyor ve kendilerine neler sorulduğunu ve neler söylendiğini anlatıyorlardı. Durum o hale gelmişti ki, bu ihbarcılar bana hiçbir zaman huzur vermeyeceklerdi. Benim bir an önce buradan çekip gitmem gerekirdi. Bunu içinde suçsuzluğumu bilen Arpaçay Karakol Komutanına, akıl danışmaya gittim.
Onlarda başından beri, benimle ilgili yaptıkları çalışmaları anlattılar. Sizin zaten suçsuz olduğunuzu hepimiz biliyoruz. Onun için üstümüze düşen görev neyse tamamını yaptık. Ne var ki senin etrafında oluşan karaktersiz kişiler, seni gammazlayıp duruyorlar. Bizleri atlayıp, Şahnalar tabur komutanına suç duyurusunda bulunuyorlar. Binbaşıda bizden seni yakalayıp götürmemizi istiyor. Bizde senin suçsuzluğunu bildiğimizden, emre uymuyoruz. Köyünde ve evinde yoktur deyip, başımızdan atıyoruz. Tam bu sohbetin orta yerindeyken, askerlerden birisi içeri girerek, binbaşının geldiğini söyledi. O anda yüzbaşı ve başçavuş donup kaldı. Eyvah seni burada görünce bizde yandık dediler. Sebebine gelince akıllarına her şey gelmekteydi. Beni içeri lojman bölümüne aldılar. Ben orada beklerken, binbaşı işini tamamlayıp gitti. Sonarsında beni yanlarına çağırdılar. Binbaşı tekrar senden söz etti. Ne olursa olsun, seni yakalayıp götürmemizi istedi. Biz böyle olacağını düşünmemiştik. Durum vahimdir. Bir an öce bu yöreyi terk edip gitmeniz gerekir. Bu durum hepimiz açınızdan iyi olur dediler.
Kalktım vedalaştık oradan ayrıldım. Oraya Bizim köyün karakol komutanıyla birlikte gitmiştim. O da kalktı, seni yalnız göndermem dedi. Birlikte geldik, birlikte gideceğiz, dedi.
Merkez karakolundan birlikte ayrıldık. Park halindeki motosikletin yanına geldik. Başçavuşla birlikte motosiklete binerek, Koçköy’e doğru yolumuza devam ettik. Tam Cedere köyüne geldiğimizde, önümüzde Seydican köyünden Abdo Ağanın oğlu Ali Bey, traktörüyle köyüne un götürdüğünü gördük. Meğer komutanın ona söyleyecekleri varmış. O nedenle sağa çek işareti vermeye başladı. O da bir şey mi oldu diye korkusundan hızlandı. Bizde hızlandık. Traktörün önüne geçmeye çalışırken, tam o sırada, traktörün ön tekeri bizim motosikletimizin tekerine dokundu. Dokunmasıyla da, her ikimizi ileriye doğru fırlattı. Başçavuş önde olduğundan ileri fırlamasıyla kendini kurtardı. Ben arkada olduğumdan kendimi kurtaramadım. Traktörün ön tekerleği motosikletin üzerinden geçtikten sonra, benimde üzerimden geçti. Arka tekere varmadan, sürücü traktörü durdu. Şayet traktörü durduramamış olsaydı, arka tekerlek üzerimden geçmiş olacaktı. O zamanda beni ezip geçecekti. Kurtulma şansım hiç olmayacaktı. Bu arada insanlar başıma toplandı, beni traktörün altından çekip çıkardılar. Hemen yakında akan bir çeşmenin yanına götürüp, elimi yüzümü yıkadılar. Bacaklarımı soğuk suya koydular. Yarım saat kadar bu şekliye benimle ilgilendiler. Bir şeyimin olmadığını anladım ve ayağa kalktım. Neyse ki bir iki sıyrıkla kurtulmuştum.
Benimle ilgilenen kişilere, teşekkür ettim ve hastaneye gidecek bir durumun olmadığı söylendim.
Motosiklet çalışıyordu, hiçbir arizası yoktu. Böyle olunca, komutanla birlikte yolumuza devam edip köye geldik. Durumu duyanlar yine geçmiş olsuna eve gelmeye başladılar. O gün geçmiş olsun faslı bittikten sonra, artık buradan ayrılma zamanının geldiğini eşime ve çocuklarıma anlattım. Nereye gideceğime dair hiçbir kimseye bir şey söylememeleri tembih-atını yaptım. Arılığa giderek kovanlardan bir miktar bal çıkardım. Bir kısmını eve bıraktım. Bir kısmını da yanımda götürmek için sarıp sarmaladım. Sonrada ihtiyacım olacak kadar parayı da aldıktan sonra, eşim ve çocuklarımla vedalaşıp ayrıldım. Bir gün sonrasında, İstanbul’da yaşayan kız kardeşim Sebahat’ın evine geldim. Onun eşi de Kartal’da icra memuru ve kendisi de üvey dayım oğluydu. Ondan bana zarar gelmeyeceğini biliyordum. İhbarların son bulması ve göreve dönmem kesinlik kazanıncaya kadar, Kars’a dönmemek üzere İstanbul’da kalmaya kararlıydım. Bunun içinde kendime özgü planım vardı. O planları uygulamaya koymanın hazırlığı içinde olmaya başladım.
DEVAM EDECEK
Mürsel ADIGÜZEL
Eğitimci Yazar ve Şair





















