10. BÖLÜM ve 8. KISIM
12 Eylül 1980’in 7. günün sonunda tutuk evinde, yaşadıklarım.
Beş gün o vaziyette betonun üzerinde yatıp kalkmaya başladım. Üstelikte çok hastaydım ve ne yapacağımı bilemiyordum. Benim dışımda kalan ve beni gibi birçok insanda işkenceden geçmişti. Onlarda yataklarında inim inim inliyorlardı. Bazılarının yüzünde, göğsünde ve bacaklarındaki kabarcıklara bakıldığında, yanan sığarının basıldığı belli ediyordu. Sigara basılan yerlerin yanıkları kabarmış ve içi ise sapsarı su toplamıştı. Onlara gördükten sonra, başımı sallayarak derinlere dalıp gittim. Bak hele şimdi, ben şimdi kendi kendine mi acıyım, yoksa benden beter işkence görmüş bu kişilere mi?! O kişilerin durumlarını gördükçe, öldürülmediğime dua ediyordum. Meğerse işkence bir bana yapılmış değildi. Bu insanlık dışı işkenceyi, başkalarına da yapmışlardı. İlk gün yorgunluğumdan deliksiz uyuduğum için ağrılarımı hissetmemiştim. O geceden sonra yine ağrılarım çoğalmaya başladı. Betonun üzerinde sabaha kadar sağıma soluma dönüp duruyordum. Her ne kadar vücudumda kırıklar yok olsa bile, bacak kemiklerime vurulan tekme ve copun etkisiyle kemiklerim ezilmişti. Bu yerler kırılasıya ağrıyordu. Parmağım dersen ağrısı beynimi yerinde oynatıyordu. Kime ne söylersem nafileydi. Çünkü herkes beni gibiydi. Her sabah günü gününe yoklama yapılarak, koyuşa alınıyorduk. Kahvaltı zamanından önce tuvalet ihtiyacını gideriyordum. Sonrasında kahvaltımızı yapıyorduk. Kahvaltıdan sonra yarım saat havalandırmaya çıkarılıyorduk. O arada içmem gereken ilaçları içiyordum. Azda olsa bu ilaçlar sayesinde ağrım dinmiş oluyordu. Bir hafta boyunca ağrı kesici ve antibiyotik ilaçlarını içip durdum. Bir haftanın sonunda ağrılarım dinmese bile, azda olsa rahatlamış oldum.
Bu amansız ağrı ve sızılar içinde, betonun üzerinde yatıp kalkmam, on günü bulmuştu. On gün sonra, çadırdan yapılmış olan bir kempet verdiler. Beş günde o kampette yatıp kalktım. Nede olsa ağrılarım yine devam ediyordu. O nedenle, beş günde bir viziteye çıkıp revire gidiyordum. Oradaki görevli doktor çok iyi bir insandı. İlk gelişimizdeki gün bana yapılan işkenceyi ve gördüklerini hatırladı. O doktor bana çok faydalı ilaçlar yazdı. Benim orada sağlığıma kavuşmamı sağladı. Günler bir birini kovalıyordu. Çakmak kışlasında geçen günlerim, on beş günü bulmuştu. On beş gün sonrası kırk kişilik bir tutuklu gurubu, Erzurum hapishanesine götürdüler. Bu sayede yatakhanedeki karyolalar boşalmış oldu. Bunu fırsat bilerek, boşalan bir karyolayı sahiplendim. On beş günlük süre içinde kullandığım ilaçlarında etkisiyle, ağrılarım azalmıştı. Ama yinede uyurgezer gibiydim. O gece sahiplendiğim karyoladaki yatak sayesinde, rahat bir uyku uyudum. On beş günde bu yatakta yatıp kalktım. Yaklaşık olarak bulunduğumuz koyuşta iki yüz kişi vardık. Geceleri yatakhanede, gündüzleri toplantı koyuşunda hep bir arada olmaktaydık. Sabah kahvaltısından önce tuvalete gidiyor temizlik ihtiyaçlarımızı karşılıyorduk. Öğle yemeği yenildikten sonra, yarım saatlik bir havlandırma yaptırılıyordu. En son havalandırma akşam yemeğinden sonra idi. Günde üç kez havalandırma ve ihtiyaç giderme zamanı verilmekteydi.
Onun ötesinde, zorunlu tuvalet ihtiyacı için, izin almak zorunda kalıyordum. Yatak haneye gittikten sonra, kapılar kilitlendi mi, bir daha tuvalete gitme imkânı yoktu. İçerisi çok aşırı havasızdı. Çünkü tutuklu kaldığımız yer, arazinin altı oyularak çember şeklinde taş duvarla kamufle edilmiş olan gizli bir yerdi. Ön kısmına gelince, orası da derinden oyulmuş ve taş duvarla örülmüş, uzunca bir boşluktu. Bu boşluğun üstü tellerle örülmüştü. Gökyüzünü tellerin arasından görmekteydim. Havalandırma yapıldığı zaman, sürekli olarak o dar alanda yürüyordum. Böylece hantallığımı atmaya çalışıyordum. Banyo yapma imkânı yoktu. Ter ve kir içinde yatıp kalkıyordum. Kokuyordum ama herkes korktuğundan, benim kokum fark edilmiyordu. Havalandırmaya çıktığımda, güneşin açık olduğu anda, plastik güğüme suyu doldurup, güneş ısısıyla ısıttıktan sonra, saçımı yıkayabiliyordum. Onun haricinde temizlik yapma imkânı yoktu. Geçen zamanı hesapladığımda buraya getirilişim yirmi gün olmuştu. O günde gün akşam olmuştu, bir baktım, bizim köyün Orta Mahalle Muhtarı Ş. yi de getirdiler. Muhtarla yakın dostluğumuz vardı. Geçmiş olsun muhtar, hayrola senin neyin ve ne işin var burada dedim.
Muhtar başını sallayarak, teşekkür etti.
O anda muhtarın baş sallamasına bir anlam veremedim. Allah kurtarsın dedim ve yanından ayrıldım. Daha sonra kendimi toparlayıp, akıl betimlemesi yapmaya başladım. Muhtarla ilgili bilgileri ve geçmişte olan olayları düşünmeye başladım. O zaman kendi kendime dedim ki, işte muhtarda bu işin bir başka halkasıdır. Kim bilir belki muhtarı da benim peşime taktıklar. Bunların eli kolu uzun kimseler, işkencede alınan ifademden bir şeyler çıkmayacağını öğrenmiş olabilirler. O nedenle muhtarı yollattılar diye düşünmeye başladım. Bu düşünce doğrultusunda dikkatli hareket etmekteydim. Çünkü muhtarla göz göze geldiğimizde, o güzünü benden kaçırmaktaydı. Durum böyle olunca da, içime kuşku ve korku düşmeye başladı. Muhtar havalandırmada bile benden uzak duruyordu. Zaman zaman ben yanına yaklaştığımda, benden kaçıyordu. Bu durumda hiçte hayra alamet değildi. Bu nedenle muhtarı takibe almaya başladım. Düşündüklerimin doğru olup olmadığını bilmem için, ne olursa olsun bir yolunu bulup muhtarla konuşmayı deneyecektim. Hatta, bana bir yanlışlık yapmamasını isteyecektim. Nitekim bir gün havalandırmaya çıkışta, muhtarı takip ettim. O gün muhtar gidip havalandırma duvarının dibinde oturdu. Bende muhtarın duvar dibinde oturuşunu fırsat bilerek, gidip yanı başına ayaklarımın üzerine çömeldim. Hal hatır sordum, bazı konuları lafladık. Sonrasında, laf arasında fırsatını bulup konuya girdim. Bak muhtarım, senin buraya geliş sebebin ne olursa olsun, bana kötülüğün dokunmasın. Bak bende senin sırrını biliyordum. Sırrını bilmeme rağmen hiçbir kimseye söylemedim. Eğer o zamanlarda senin içinde bulunduğun sırlarını ağzımdan kaçırmış olsaydım, başına neler gelebilirdi, şimdi iyice bir düşün. Ben sana hiçbir zaman kötülük yapılsın istemedim. İsteseydim bile yapamazdım. İkimizin de anası akrabadırlar. Yani istesen de istemesen de, ana tarafından akraba olduğumuzu biliyorsun. O nedenle, ben seni korudum. Şimdi sıra sende? Kaldı ki benim hiçbir kimseye iyilikten başka bir kötülüğüm olmadığını, dünya âlem biliyor. Ama kader buya, iftiraya uğrayınca, böyle bir sonuç ortaya çıkmış oldu. Demek ki bu günleri görecekmişim. Elimden bir şeylerde gelmez. O nedenle de şimdi gördüğün gibi buradayım. Sende benim hiç bir kötülük içinde olmadığımı biliyorsun. Sende elini vicdanına koy ve öyle hakkımda rapor ver, dedim.
Yüzüme alık alık bakıp durdu.
Sen benim böyle bir görev üstlendiğimi nasıl öğrendin. Bunu sana kim söyledi, söyler misin? Dedi.
Sayın muhtar, o sırda bende kalsın. Hiç endişe etme. Ama yanlışın olursa, sonrasını sen düşün, deyip, yanından ayrıldım. İşin tesadüfüne baki ki, konuştuğumuz o akşam muhtarı alıp götürdüler. O gece muhtarı getirmediler. İkinci gün muhtarı tekrar getirdiler. Tekrar muhtara geçmiş olsuna gittiğimde, ilk söylediği söz, sakın ola bir daha yanıma yaklaşma, dedi.
Ben artık doğru izde olduğumu anlamıştım. Tahliye oluncaya kadar, muhtarın yanına gitmedim. Anladım ki gidersem durum aleyhime olacak. Haddinden fazla tutuklu getirildiğinden, içerisinin havası, nefes almamıza yetmiyordu. Üstüne üstlük birde sigara dumanı, sağlığımı daha çok tehdit ediyordu. Ne yazık ki bu yapılanlara katlanmak zorundaydım. Aradan geçen üç hafta sonra, ziyaretçi kabul günü koymuşlardı. O gün eşim ve yakınlarımdan birileri geldiler. O görüş moralimi az da olsa yerine getirdi. Ne yazık ki sonrası haftada da ziyaret günleri kaldırıldı.
DEVAM EDECEK
Mürsel ADIGÜZEL
Eğitimci Yazar ve Şair





















