10. BÖLÜM ve 7. KISIM
12 Eylül 1980’in 7 günün sonunda yaşadıklarım.
Şimdi sizlere kahvaltı türü yiyecekler verilecek. Yiyeceğinizi yedikten sonra, gerekli işlemleriniz yapılacak. Sonrası komutanlığın vereceği karara bağlıdır.
Neticede bir haftalık süreç tamamlanmıştı. Bu arada içimizden bazı kişileri alıp götürdüler. Geride benimle birlikte on iki kişi kalmıştık. Yapacağımız bir durum yoktu. Elimden de bir şey gelmiyordu. Kaderime boyun eğip, tutuklandığımı anlamıştım. Karmaşık düşünceler içinde, geleceğimi düşünürken, ekmek peynir gibi yiyecekler getirildi. Birkaç lokma anca yiyebildim. İçim yanıyordu. Büyükçe bir şaşaa suyu nefes kesmeden içiverdim. Arkadaşlara da, ne olur doyasıya yemeğin, o da size zarar verir dedim. Arkadaşlar buna uydu, az bir şeyler yediler ve bolca su içtiler. Getirilen yiyeceklerin kalanlarını toplayıp, nöbetçi askere verdik. Ben yine sırt üstü betonun üzerine uzandım. Azda olsa su ve ekmek şekerimi yükseltmiş, içimdeki titreme durmuştu. Yemek sonrasından bir saat bir zaman geçmişti ki, jandarmalar içeri daldılar ve yine bizi alarak ilk geldiğimiz kabul yerine götürdüler. Sırasıyla adımızı okuyarak eşyalarımızı teslim ettiler. Teslim işlemi tamamlandıktan sonra, sırasıyla ellerimize zincirli kelepçeler taktılar. O vaziyette askeri araca bindirildik. Sonrasında, dere içinde bulunan üst komutanlığına götürüldüler. Komutanlıktan verilen emir gereğince, Çakmak kışlasına götürüldük. Böylece bir haftalık esaretin sona ermesiyle, yeni bir esaretin devamına başlama noktasına gelmiş bulundum!
Çakmak tabyası çok eski zamanlarda yapılmış, yerin altında var olan gizli bir depoydu. Bizleri bu deponun dış kapısına götürüp teslim ettiler. Teslim alan askerler, ayağımızdan ve ellerimizden zincirli kelepçeleri çözdüler. Sonrasında, birer birer içeri alıp hepimizi sıraya dizdiler.
İlk olarak merkez karakoluna getirildiğimiz gibi, kimlik sorgulamamız yapıldı. Param ve sigaram dışında, üzerimizdeki metal eşya ne varsa tamamı alındı. Sonrasında sırasıyla sorgu odasına alıp götürdüler. Sorgu odasında dört binbaşı rütbesinde kişiler oturuyordu. Bunlardan üç kişi sırasıyla adres ve kişisel kimlik bilgilerini sorgulayarak deftere işliyorlardı. En sonda oturan binbaşı ise kurum doktoruydu. Sıra bana geldiğinde, her üçünün sormuş olduklarını söyledim yazdılar. Sıra doktora gelmişti, oda gözetim süresince işkence görüp görülmediğime dair sorular sordu. O anda uzun bir süre duraksadım. Aynı günün sabahı işkenceden çıkmıştım. İşkencenin bütün izlerini vücudumda taşıyordum. Yüzbaşıya verdiğim sözden ve korkumdan ötürü işkence yapılmadığını söyledim. Sebebine gelince, son ifademi alan yüzbaşının özür dilemesiydi. Size yapılan işkenceyi unutun, aklınıza bile getirmeyin, ihtilalda her şey olabilir demesiydi. Fakat doktor sağ elimin sargılı olduğunu fark etti. Yüzüme dikkatlice bakarak, uzat ellerini dedi. Tabii ki bu emre karşı ellerimi saklayamazdım. Her iki elimi masasının üzerine doğru uzatmış oldum.
Doktor, elleriyle ellerimi muayene etti. Uzun uzun yüzüme baktıktan sonra, külot hariç üzerindekilerin tamamını çıkar dedi.
Bu emir üzerine üstümdeki giysileri çıkarıp bir kenara koydum. Önüne yaklaştım ve hazır ol vaziyetine geçtim.
Doktor ayağa kalktı ve rahat ol ve arkanı bana doğru dön dedi.
O istem üzerine arkamı dönmüş oldum. O anda gözüm bacaklarıma takıldı. Aynen kollarım gibi, bacaklarımda kömür gibi simsiyahtı! Ne yazık ki sırtımı göremiyordum. Demek ki sırtımda aynı vaziyetteydi. İşkencenin üzerinden yirmi dört saat bile geçmemişti. Bacak kemiklerimin ve parmağımın ağrısı beynimi titretiyordu.
Doktor gördüklerine inanamadı, ya bu bir vahşettir arkadaşlar. Bir insana bu şekilde işkence yapılır mı? Diğer binbaşılara seslenerek, bu vatandaşa yapılan işkenceyi görün arkadaşlar dedi! Bu bir insanlık suçu, bunu rapor edeceğim arkadaşlar. Sizlerinde imzalamanızı istiyorum. Sonra bana dönerek, sana işkence yapan kimselerin yüzlerini hatırlayıp hatırlamadığı mı, sordu?
Bende, nezarethaneden alınmamdan başlayarak bütün yaptıklarını sıraladım. Ancak gözlerim bağlı olduğundan, bana işkence yapan kişilerin kimler olduğunu görmediğimi, söyledim.
Sana yapılan bu işkenceye bir anlam veremedim. İnsafsızca acımadan böyle bir işkenceyi yapanlar asla ve asla insan olamaz. Bu işkenceyi yapanlar kim olursa olsun, bu gibi kimselere asla ve asla insan denilmez. Kaldı ki sana yapılan bu acımasız işkenceyi, sorduğumda, niçin inkâr ettiğini de bir türlü anlamış değilim. Niçin işkence yapılmadı diye yalan söyledin, diye tekrar sordu?
Ülkemizde bir ihtilal oldu. Ama bana haksızlık yapıldığını biliyorum. O nedenle, işkenceden şikayetçi olursam, beni buraya da gelip öldürürler diye, korktum. Korktuğum içinde söylemedim. Bu korku nedeniyle yalan söylemiş oldum, dedim.
Doktor, hangi gün ve saatte alındığımı öğrendikten sonra, tutanak tutarak hep birlikte imzaladılar. Bu işlemlerden sonra, bir reçete yazdı ve bir askere vererek, bu ilaçları derhal revirden alıp getir ve bu vatandaşa verin, dedi. Sonrasında, bakın size kim bilir ne suçlar istinat edilmiştir bilmem ama, bu yapılan işkenceyle kim bilir sana ne kadar faili meçhul suçlar ve olaylar yüklemişlerdir. Umarım bu düzenlemiş olduğumuz rapor mahkemede işine yarar, dedi. Sonrasında işlemler tamamlanmış oldu ve beni bekleme yerine gönderdiler. O gün akşam karanlığına kadar sorgulamamız sürdü. İşlemler tamamlandıktan sonra, diğer arkadaşların yanına götürüldüm. Sonrasında, sıra içerideki tutuk evine götürülmeye gelmişti. O anda tekrar bizleri sıraya koydular ve yürüterek tutuk evine götürdüler. Çakmak tabyasının tutuk evi görevlilerine teslim ettiler. Orada olan görevliler bizlere yatmak için battaniye ve yastık verdikten sonra, yatakhane denilen bir yere götürdüler. Yatakhanede var olan karyolalar ve kempetler doluydu. Yatacak boş yatak yoktu. Öylece orta yerde kala kaldık. Bizi götüren görevliler, bizim yapabileceğimiz bir husus söz konusu değildir. Tek çareniz şimdilik beton üstünde yatacaksınız. Ancak ileride yeni bir yatacak yer oluşturulursa, o zaman yataklı bir karyola verilir, deyip gittiler. Başkaca yapacak bir çarem yoktu ve de kalmamıştı. Battaniyemin birisini betonun üstüne serdim. Diğer battaniyeyi de üzerime alıp uyumaya çalıştım. O gün mecburi uyandırma olmasaydı, uykudan uyanmam günleri olabilirdi.
DEVAM EDECEK
Mürsel ADIGÜZEL
Eğitimci Yazar ve Şair





















