Köy yolunun bakım ve onarımını da imece usulü yapacaklardı. Muhtar, herkesi toplamış ve öncelikle tıkanan arkların açılıp genişletilmesi üzerinde duracaktı. Ondan sonra da dökülen malzeme düzeltilecekti.
Muhtar, çalışkan, azimli ve işin nasıl yapılacağını bilmese de başarırdı. Kırlaşmış saçları, iri cüssesi ve kırmızı suratı ile dikkat çekerdi. İmeceye gelen herkese, uygun koşullarda giyeceklerini temin etmişti. Özellikle yağmurluk ve çizme giymek şarttı. Nedenini açıklarken, konuşmasını uzatır, uydurduğu hikâyelerle, dinleyenleri bıktırırdı. Arada bir fıkra anlatsa da kimseyi memnun edemezdi.
Çok konuştuğunda, imeceye gelenler, ağa çarşıya gidecek, yine bıktırdı, diyorlardı. Muhtarın iyi tarafı, çarşıya giderken, ailelerin isteklerini sormasıydı.
Kamyoneti hırlayarak çalışsa da “Köyden sahile yeni dökülmüş malzeme üzerinden kayarak inerim. Kamyonetindeki iki çuval armudu da çarşıda dağıtırım,” dedi.
Muhtarın yaptıklarıyla söyledikleri çoğu zaman birbirine uymazdı. Davranışları, örümcek ağı gibi karmaşıktı. Hayal gücü, ilk bahar çiçekleri gibi hep açıktı.
Muhtar hırlayan kamyonetine giderken, hava kurşun rengine dönüşmüştü. Yol kenarlarını açmak için, olağan üstü gayret sarf eden imece çalışanları, “Allah göstermesin, güçlü bir yağmur, yapılanları sahile yığar.” Çalışanların içi kararmıştı. Muhtar ise sipariş peşinde idi. Özellikle yaşlı nineleri konuştururdu.
Muhtar, “Nine kaç yılı bilirsin.”
Nine, seksen beş yılı.
Muhtar, en acıklı ve sevinçli yaşadığın iki olayı anlatır mısın?
Nine, Rusların gelmesiyle evimizi, bahçemizi ve her şeyimizi bırakıp kaçmamız. Çok üzücü oldu. Dağlarda yaylalarda aç susuz kaldık. Yıl 1914. Neşelendiğimiz olay ise, İstiklal savaşımızı kazanmamız. Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni kurması oldu.
Muhtar, iyilik peşinde idi ama kafasını kaldırıp bulutların niyetini okumuyordu. Bulutlar gücünü delicesine kusacaktı. Önce dişlerini çarptı. Sonra suyunu boşaltmaya başladı. Muhtar ne yapacağını şaşırdı. Koştu hırlayan kamyonetini çalıştırdı. Yeni dökülen malzemeyle birlikte kayarak sahile indiği gibi çamura saplandı. Kamyonetinden hemen çıkmasa, boğulabilirdi. Çıkıp kaçtı ve çeşmenin üzerine çıktı. Çünkü, yağmur bir afata dönüşmüştü.
Yoldan, bahçeden ve ormandan gelen çamurlu su, sahili yığıntı hâline getirdi. Dere, yatağını terk etmişti. Köprü altında oynayan çocuklardan acaba haber var mıydı?
Çalışanlar fındıklıklara kaçarak canlarını zor kurtardılar. Babalardan ikisi dereye ulaşmayı başardı. Fakat çocuklardan hiçbir haber alamadı.
Muhtar, hayalinde dalgalar arasından nasıl kurtulduğunu gözünün önüne getirdi. Dalgalar arasında batıp çıkarken, top oynayanların onu, kayığıyla birlikte nasıl kurtardığı aklına geldi. Yoksa dalgalar arasında kaybolup gidecekti.
Su gittikçe yükseliyordu. Çamurlu sudan çok rahatsız olmuştu. Yağmur durmaksızın yağıyordu ama hızı az da olsa kesilmişti. Muhtar, suyun gücü dedi. Önlem alınmazsa, böyle olaylar her zaman olacaktır. Onun için, ne yapılmalı diye sormayacaksın. Herkesin ne yapıyorum demesi gerekir. Geçen zaman geri gelmiyor. Geleceğin de ne getirip ne götüreceği bilinmiyor.
Çarpıklıklar, “Bir şey olmaz” mantığıyla bağdaşmaz. Yaşanılan bir afet ise, panik yapmaya gerek yoktur. Olayların dışında kalınmalı ve geçtikten sonra tahribat araştırılmalıdır.
Muhtar, çeşmenin üzerinde, kurtulduğuna sevinemedi. Çünkü kamyoneti tamamen çamura gömüldü. Muhtar, köprü altında balık tutan çocukları düşündü. Dere kıyısında, hiç kimseye ev yaptırmaması ne kadar isabetli bir karar olduğunu bir kat daha anladı.
Dere kenarına giden babalar geri döndüler. Yüzlerinde vahşi bir ifade vardı. Gözlerinin yuvarlağı sanki dışarı fırladı ve dehşet bir şekilde parladı. Eve koştular. Koştular çocuklarını bulmak adına. Çocuklar evdeydi. Balığa gitmediklerini söylediler. O hâlde balık tutan çocuklar başkalarıydı.
Yağmur mola vermişti. İmece için toplandılar ve muhtarın hırlayan kamyonetini kurtarmaya gittiler. Çamura gömülen kamyonet, hurdaya ayrıldığını, çamurlu gözlerle itiraf ediyordu. Kurtarsalar da hurda yığınına bırakılacaktı.
Muhtar, yolun düzelmesi için kamyoneti hurdaya çıkartmak gerekmiş dedi. Üzüldüğü her hâlinden belliydi.