Kale, doğaya rağmen güvenlik zırhıydı, geçmişteki kabileler için. Çevresindeki toprağa bağlı kabileleri de elinde tutar ve canlarını korurdu.
Kalenin çeşitli bölümleri, suya ulaşma yolları insanları ürpertiyordu. O kadar insan dehlizlere ve oradan vadideki suya ulaşma çabasındaydı. Su olayı böyle iptidai usulle çözülmüştü. Kalede genelde ruhanilerin hâkim olduğu bir gerçekti.
Kaleye sığınanlar; yağmurdan kaçarken doluya tutulmak gibi bir olaya uğrarlardı. Sığıntı hayatında şiddet, korku ve tehdit altında olmayı kabulleniyorlardı. Kalenin gücü de buradan geliyordu. Çünkü bu kişiler ellerine verilen silahları zorunlu olarak kullanacaklardı. Böylece kale kendi bünyesinde zabıta teşkilatı gibi, iç hiyerarşisinin devamlılığını sağlıyor ve bilinen düşmana korku salıyordu.
İnsanlar dışarı çıkıp toprağı işliyor, sebze üretiyor ve hayvancılık yapıyordu. İçte ise çeşitli ilmi faaliyetler ve kültürel ilişkiler az da olsa gerçekleşiyordu.
Bu bilgilerle kaleyi ziyaret için yola çıktık. Yolda yeni düzenlemeler yapıldığı için, ulaşım güçlüğü çektik. Arkadaşlarla bilgilerimizin ışığında, görüşlerimizi paylaştık. Yol için; zulüm yolu, halkı yok etmek isteyenlerin yolu ve zalimlere ulaşma yolu diyerek düşüncelerimizi aktardık. Kabileler niçin özgürce yaşamak varken, kalede esir yaşamak isterler.
Kale girişi heybetli yapısıyla insanın içine korku salıyordu. Yüksek taş duvarlar kaçmayı engellemek içindi. İçte geniş bir sahanlık ile ferahladık. Sahanlığın kenarlarında koğuşlar sıralıydı. Köşelerde kale burçları yükseliyordu. Burçlara taş merdivenle çıkılıyordu. Arkadaşın biri; “Bu merdivenlerde ne canlar yok edilmiştir. Yaşamak için öldürmüşlerdir.” Dedi. Yaşamak ile ölmek arasında ince bir çizgide ne kadar canını kaybeden ve tesadüfen hayatını kurtaranlar olmuştur. O devrin insanlarında hiç mi? Allah korkusu yoktu. “Vicdansızlar” dedi. Bu durumda sinir ve strese dayanmak mümkün değildi.
Kaleyi yönetenler kölelerinden dolayı mutlu muydular? Çünkü o tarihler kölelik ölün demekti. Yöneticiler esirlerini kalede koruyup beslediklerini mi sanıyorsunuz? Esirler kaleye girmeden dahi kılıcın soğuk dişlerini enselerinde hissediyorlardı. Yaşama şansları hiç yoktu.
Kalenin içinden alt katlara inen merdivenler korkunçtu. Kral odası aşağı inen merdivenin sağ tarafındaydı. Alt katlarda insanlar kalıyordu. Böyle yerde insanlıktan eser kalmaz. Duvarlara yapılan resimler kısman yaşantılarını yansıtıyordu. O devirde yaşıyormuş gibi tedirgin olduk. Savaş malzemelerini, insanları bağlayıp boğma işkence aletlerini görünce çok şaşırdık. Taşlara bağlı zincirlerle insanları nasıl boğduklarını görevli anlatınca ayakta duramadık.
Kalenin üst kısmına çıktık. Çevre köyler ayağımızın altındaydı. Rüzgâr bizi uçurtmaya ant vermiş gibi süratini artırıyordu. Orta çağın anlayışıyla günümüzün yaşantısını karşılaştırdık. Bugün bizler acaba modern köleler miyiz diye söylemeden edemedik.
Zincirle bağlanıp atılma yerine, yediğimiz GDO ürünleriyle zincire vurulma.
Kalede tarihi eşyaları gördük ama imrenmedik. Çünkü hayatın yaşamaya değer olduğunu o eşyalar sayesinde anlıyorsun. Suya inen merdivenlere baktık fakat adım atmaya çekindik. Merdivenlerden suya inebiliyormuşsun.
Kaleye hücum edenlerin başına dökülen kaynar yağ kaplarını gördük. Kapların yağla dolmasına duvara tırmananların başına dökülmesine şaşırdık. Kalede her yapı taştı. O yönüyle yanmaz ve de çürümezdi.
Kapılar taştı, düz taşlar masa yerine kullanılırdı.
Kalenin zalim yöneticileri geçici fakat kalenin burçları kalıcıydı.
Hasan TANRIVERDİ