Evlere kapanmamız, kafe, lokanta, restoran ve müzikli işletmelerin açılmaması veya paket servisi ile kısıtlı çalışmaları, altmış beş yaş üstü insanların dünyada benzeri olmayacak şekilde evlere kapatılarak güneş yüzü göstermeden hapis gibi bulunmaları, çocukların yine aynı şekilde evlerde İnternet üzerinden eğitimleri, mesafe, maske derken, virüsün birinci yılına neredeyse yaklaşıyoruz.
Atmış beş ile yirmi yaş arasındaki insanlar dışında kalanlar, hayatlarını dışarılarda devam etmektedirler. Zaman zaman tatillerle birlikte hafta sonları yasaklamalar arasında testler de yapıyoruz. Her gün covit-19 raporları televizyon ekranlarından sunuluyor. Sunarken neredeyse bir yıl boyunca halka, “Mesafeli olun, ellerinizi yirmi saniye yıkayın, mezarlıklarda otuz kişiden fazla olmayın, toplu olarak bir arada bulunmayın.” gibi uyarıları başta sağlık bakanı, sağlık kurulu üyeleri hatta Cumhurbaşkanı bile yapıyordu.
Ancak, toplum olarak bir genimiz eksik midir, nedir bunu bir türlü anlamış değilim, insanlar yine hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam edebilmektedirler. Çocuklar maskesiz dışarılarda oynayıp evlerine virüs taşırken, fabrikada çalışanlar evlerine otobüslerle dönerken virüslü bir kişinin otobüs tutacaklarına dokunmaması mümkün müydü? Veya hapşıran bir kişiden ne kadar kaçınabilinirdi? Hatta hastanelerde virüs tespit edilenler ambulansla evlerine götürülmezken, kendi imkânları ile toplu taşıma araçları ile evlerine dönmek zorunda kalmışlardır.
Siyasiler, pandemi kurallarını her seferinde her yerde uyarıyorlar, ancak kendileri bu kurallara uymadan toplumun gözünün içine baka baka kongreler yapabiliyor ve katılan kalabalıklara “Maşallah ne güzel salonu ağız ağıza doldurabildiniz.” gibi söylemlerde bulunabiliyorlardı. Cenazelerde otuz kişi bulunma şartını öne süren sağlık bakanı, yine tıklım tıklım dolu cenaze avlusunun kalabalığında bulunabiliyordu.
Bunlar pandeminin bir yüzüydü. Gelelim madalyonun diğer yüzüne…
“Virüs birçok ülkede muhalefeti ezmek ve özgürlükleri suç saymak ve haber yapanları susturmak için bahane olarak da kullanıldı.” Bunu söyleyen Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Gutterres. Malum bu durum insanları evlerine hapsederken, işletmeleri de fena vurdu. Özellikle küçük esnafları oldukça zora soktu. Birçok gelişmiş ülkeler vatandaşlarına “Siz ekonomik yönü değil, virüs konusunda önlem alın. Biz gereğini yaparız.” diyerek, vatandaşlarına yedek akçelerinden onları rahatlatıcı karşılıksız para verdiler. Biz de ise gün geçtikçe esnafların dayanacak güçleri tükeniyor, tıpkı su altında ayakları çırpınan kuğular gibiydiler. Birkaç üniversite bitiren veya borçları nedeniyle hayat sıkıntısı çekenler, intiharı tercih ederek özellikle muhalif televizyonlarda ekranlara geliyorlardı. İktidara yakın yandaş medya ise bunları yazmıyordu.
BM Genel Sekreteri Gutterres, dünyada insan hakları ihlallerinin Covid-19’dan önceden var olan bölünmeleri, kırılganlıkları ve eşitsizlikleri derinleştirdiğini, insan haklarındaki fay hatları da dâhil olmak üzere medeni, kültürel, ekonomik ve sosyal yönden yeni çatlaklar oluşturduğunu söylerken, bu haklardan herhangi birisinin saldırıya uğraması halinde diğerlerinin de risk altında olduğunu belirtmiş.
Evet, virüs hızla ilerlerken yoksulluk, ayırımcılık, doğal çevrenin tahrip edilmesi ve diğer insan haklarındaki kırılganlıklar da hızla yayılmaya devam ediyordu. Kadınlar evde artan bakım yükünü üstlenirlerken pandeminin getirdiği insan üzerindeki psikolojik baskıların da ailelerin birbirine olan istem dışı olumsuz davranışları beraberinde getirmektedir. İşletmeleri kapanan ve hiçbir geliri olmayan aile bireyleri ne yapabilir ki? Kimin yanına sığıntı olabilir? Faturalar ve almak zorunda oldukları kredi borçları ile ne kadar baş edebilirler? Bunun böyle devam etmesi halinde toplumda yozlaşma, intiharlar da bir virüs kadar tehlikeli boyutlara doğal olarak gelecektir. Çünkü aç insan, sinirlidir, cinnet geçirmeye de müsaittir ve her türlü olumsuzluğu yapacak potansiyeldedir.
Virüs’ün bir an önce bitmesi için gelişmiş ülkeler pamuk ellerini ceplerine atmalıdırlar. Örneğin zamanında Afrika’nın kölelerini kullanırken ve topraklarındaki değerleri çalarken, Orta Doğu gibi ülkelerin de petrollerini zimmetlerine geçirdiklerinden şimdi aldıklarını, geri vermelidir. Aşıya ulaşamayan ve ekonomik yönden zayıf olan ülkelere en kısa sürede yardım etmelidirler. Aşı firmaları bunu ekonomi yönünü düşünmeden farklı ülkelerde kurulacak fabrikalarla aşının üretimini hızla artırarak bütün insanların en kısa sürede aşı olmaları sağlanmalıdır. Olmadığı takdirde virüs tam anlamıyla dünyada sonlanmayacaktır. Çünkü bu virüsün Çin’in Wuhan kentinde bir pazardan dünyaya yayıldığını düşünecek olursak, gelişmiş ülkeler bütün vatandaşlarını aşılasalar bile dünyada adaletli bir virüs politikası uygulanmadığı sürece insanlık her haliyle zorlanacaktır.
Finlandiya veya İskandinav ülkelerinde belediye ve devlet işbirliği içindedir. Kimse kimseyi ötekileştirmemekte ve eğer toplumun uyması gereken bir kural varsa hep birlikte bunu gönüllü ve insan hakları çerçevesinde uymaktadırlar. Muhalefet, iktidarı eleştirdi diye, kimse; ötekileştirilmemekte, terörist veya vatan haini olarak yaftalamadığı gibi ne tazminat ne de hapis ile cezalandırılmaktadır. Muhalefet, iktidarın hatalarını toplum önünde söylemek ve basının da bunu dile getirmesi demokrasinin bir gereğidir. İktidarlar halkına hesap verebilmelidir. Çünkü halk ter ile akıttığı emeğinin karşılığından devlete vergi vermektedir ve verdiğinin de ne şekilde harcandığını bilmek zorundadır. Bir babayı düşünün, çocuğu para istiyor ve çıkarıp büyük bir miktar veriyor. Çocuk, anında har vurup harman savurarak parayı bitirip geliyor ve babadan tekrar para istiyor. Ve baba çocuğuna sormasın mı? “Oğlum ne çabuk harcadın? İyi yerlere mi harcadın, yoksa lüzumsuz alışverişler mi yaptın?” diye, oturup sohbet etmesinler mi?
Sözü daha fazla uzatmadan, ülkemizin de imzaladığı “İnsan Hakları Beyannamesi” ile Anayasamızı okumaya davet ederek, başta siyasiler olarak herkesin bu kurallara önemle uymalarını bir vatandaş olarak istiyorum. Çünkü birlik ve beraberlik içinde kararlı bir şekilde çalışırsak, bütün olumsuzlukların üstesinden gelebiliriz. Aksi durumda, kim İnsan Haklarını ihlal ederse bir gün gelir, mutlaka yalnızlaşacaktır.
Ertuğrul ERDOĞAN
Yirmiüçşubatikibinyirmibir