1989 yılında F. Fukuyama’nın The National Interest dergisinde ‘’Tarihin Sonu mu?’’ başlıklı bir makalesi yayınlanmıştı, makalenin konusu Doğu Bloğu ile Batı Bloğu arasında, 1947’ten beri süregelen Soğuk Savaşın Sıcak Savaşa dönüşmeden, Batı Bloğunun başını çeken ABD Liberalizminin Sovyetler Birliği karşısında kazandığı tartışmasız zaferdir.
I ve II. Dünya Savaşları, insanlığın dünyayı yeniden tanımlama ve biçimlendirme sürecidir; bu savaşlarda insanlık, sahip olması gereken düzeni belirlemek istiyordu. Zira Nietzsche’nin değimiyle ‘’Tanrı Öldü!’’ ve din ile maneviyat uğruna savaşılacak bir değerde değildi artı. Osmanlı’nın çöküşü bir yönüyle Avrupa karşısında duran güçlü İslam’ın yıkılışı, Hıristiyanlığa cevap veren en güçlü mekanizmanın iktidardan düşmesidir. I.Dünya Savaşı biter bitmez, insanlık geçmişi temsil eden son İmparatorları izliyordu; böylece II. Dünya Savaşına gelindiğinde, Dünya Tarihi için hiçbir anlam ifade etmeyen yeni süper güçler görüyoruz, ABD ve Rusya. Bu savaşlarda Bilim Adamları, Siyasetçiler, Yazarlar ile dönemin tüm güçlü Liderleri üç ana İdeolojiyi mutlaka okurdu ve tartışırdı; Faşizm, Sosyalizm ve Kapitalizm. Acaba bu üç İdeolojiden hangisi dünyanın çehresini değiştirebilir?
İtalyan diktatör B. Mussolini ile Alman diktatör A.Hitler için tek kurtuluş faşizmdi; Mussolini ‘’Faşist Doktrin’’, Hitler ise ‘’Kavgam’’ kitabıyla bu düşüncelerini açıkça vurdular. Faşizm, II. Dünya Savaşında test edildi ve geri çekildi, bu büyük savaşın sebebi olan iki büyük diktatörün de biri idam edildi, diğer intihar etti.
1947’ye gelindiğinde, insanlık için iki iddialı İdeoloji kalmıştır. Bunlardan bir olan Liberalizm, ABD’nin başını çektiği Batı Bloğunun iddiasıdır. Batı Bloğunun savunduğu fikirler, A.Smith’in ‘’Ülkelerin Zenginliği’’ çalışmasında öne sürdüğü Kapitalist teoridir, “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler!” sloganıyla ifade edilir. Temel olan rekabet, serbest piyasa, özel mülkiyet hakkı ve Liberal Demokrasidir. Diğeri Sovyetler Birliği (SSCB) önderliğinde örgütlenen Doğu Bloğuna bağlı ülkelerdir ve bu ülkeler ısrarla K.Mars ile F.Engels tarafından öne sürülen fikirleri uygulamakta, Parti Programı niteliğinde yazılan ‘’Komünist Manifesto’’nun ilkelerini hayata geçirmekteler. Manifestonun sonunda şu slogan yazılır; ‘’Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!’’ İşçi diktatörlüğü, emeğin kutsallığı, ekonomik eşitlik, özel mülkiyet yasağı ve sermaye karşıtlığı esastır burada.
Tüm dünyada iki büyük İdeolojinin rekabet ve savaşı 1947’den sonra başka bir sürümle sürdü; zira insanlık, I. ile II. Dünya Savaşlarından büyük dersler çıkarmıştır, artık insanlığın yeniden bir dünya savaşını kaldıracak ve yapacak gücü kalmamıştır. Yorgun Yeni Dünya, sıcak savaş yerine soğuk savaşı tercih etmiştir ve bu her alanda bu sürmüştür; ekonomik, teknolojik, bilimsel, sanatsal ve diğer bütün alanlarda bütün dünyada Sol ile Sağ arasında, ABD ile RUSYA arasında, başka bir tabirde Doğu Bloku ile Batı Bloku arasında her alanda bu savaş yaşanmıştır. 90’larda, sonunda yeni yöntem başarılı bir biçimde Batı Bloğunun üstünlüğüyle sonuçlandı; Doğu Avrupa’daki Sosyalist Rejimler düştü, Sovyetler Birliği dağıldı, Almanya Birleşti, ABD dünyadaki tek süper güç oldu.
F.Fukuyama’nın adı geçen makalesinde, Liberalizm’in mutlak zaferine karşılık, ABD Egemenliğine meydan okuyabilecek ihtimallerden söz edilir ve bunlar arasında Liberalizm’in ciddiye alması gereken tek rakibin İslam olabileceği kaydedilir. ‘’Çağdaş dünyada, sadece İslam, hem liberalizme, hem de komünizme karşı, teokratik devleti bir siyasi alternatif olarak sunmaktadır.’’ Bu tarihten sonra İran’da Şii İslam Devrimi oldukça dikkat çekmiştir ve İran-Irak Savaşında ABD Saddam yönetimini fiili desteklemiştir. Filistin’de Hamas, Mısır’da İhvan-ı Müslim’in yine Sünni İslam’ın örnekleri sayılabilir. Seyyid Kutup’un ‘’Yoldaki İşaretler’’ kitabı bir manifesto niteliğindedir. 11 Eylül 2001 tarihli iki kule saldırısı Batı Dünyasında İslam Paranoyasının bedenleşmesini sağladı; 11 Eylül saldırısı, araştırmacılara göre bir örgütün yapamayacağı kadar büyük bir saldırıdır ve komplo olduğu açıktır. Buna rağmen, ABD’nin zamanında Sovyetler Birliğine karşı donattığı El-Kaide bahane edilerek Afganistan ile yine ABD’nin zamanında İran’a karşı desteklediği Saddam Hüseyin yönetimini bahane edilerek bir İslam ülkesi olan Irak fiilen işgal edildi.
Daha önce ABD Parlamentosunda 11 Eylül Komisyonunun 2004 yılında hazırladığı raporda hedefler ve amaçlar belirlenmişti. Raporda ‘’Düşman sadece terörizm (El-Kaide) değildir.’’ denir. Asıl ‘’Düşman, din ile devleti birbirinden ayırmayan, dini de devleti de kendi emelleri için kullanan, hoşgörüsüz İslam yorumunu benimsemiş Bin Ladin ve benzeri teröristlerin aşırı ‘’İslamcı’’ terörizmdir.’’ İslam’ın şer’i hükümlerini kabul eden, Siyasal İslam’ı savunan, Şeriat ve İslam kurallarının devlete ve topluma hâkim olmasını isteyen herkes bu kategoriye girer. Raporda kısa vadede El-Kaide vb. örgütlerin dağıtılması gerektiği, uzun vadede Radikal İslam’a karşılık ‘’Ilımlı İslam’’ın desteklenmesi gerektiği vurgulanır. Fetullah Gülen’in neden kadar güçlendiğini anladınız mı şimdi? Ve Türkiye’de yapılan Gülen Darbesinin kaynağının bu raporlara ve stratejik düşüncelere dayandığını anlayabilmek için, illa ABD Parlamentosunda çalışmak ile Washington’da uzun süre İngilizce diyaloglar geliştirmek gerekmiyor. Biraz detay için, daha önce yazdığım ‘’Yeni Yazıtlar: Çöle Düşen Deli’’ adlı kitabımın ilgili ‘’Tarihin Sonu mu?’’ ve ‘’İslamcı Doktrin’’ başlıklarına bakabilirsiniz.
‘’Arap Baharı’’ başarısız bir denemedir ABD için, çünkü Mısır, Libya ve Suriye’de ABD’nin istemediği sonuçlar ortaya çıkmıştır ve böylece bu dönemde Yazarportal.com sitesinde kayıtlı bulunan ‘’Emperyalizmin Ortadoğu Kumarı’’ adlı makalemde de belirttiğim gibi, bu bir kumardır, ABD her zaman kazanır diye bir kural yoktur. ABD ile Rusya arasında bu zamana kadar danışıklı bir dövüş görüyoruz; İslam Coğrafyası ABD ile Rusya’nın danışıklı dövüşü arasında ikiye bölünmüş durumda. Bu savaş, kökleri tarihe dayanan iki büyük mezhebin farklılığı üzerinden gerçekleştirilmek istenmiştir ve Suriye, Irak, Lübnan, Yemen ile diğer İslam Ülkelerinde körüklenen bu mezhep savaşları, iki büyük dünya devletinin kozlarını paylaşma amacına hizmet etmektedir.
ABD ile Rusya arasında Müslüman topraklarda fiili bir çekişme görüyoruz, bu çekişmeden Müslümanların kârlı çıkabilmesi güçtür; bir şartla, Güney Asya, Ukrayna ve Afrika Ülkelerinde bu savaşın yansımaları olursa kuşkusuz Müslüman Ülkelerde yeni bir yükselişten söz edilebilir. Kuzey Kore’de de bu kriz patlak verebilir ancak, ABD’li stratejistlerin tam olarak ne düşündüğünü, D.Trump yönetiminin savunma ile saldırı savaşlarına hazır olup olmadıklarını bilemiyoruz; tek bildiğimiz Yeni Dünyanın I. ve II. Dünya Savaşlarından artık farklı bir savaşa girdiğidir. II. ve II. Dünya Savaşları Ülkelerin savaşıydı, başlayan bu yeni çekişmeler ise terör örgütleri üzerinden yürütülen savaşlardır. Hava destekli yapılan saldırılar, zamanına ve yerine göre kara birlikleriyle desteklenen savaşlarda kimin nerede durduğunu, kimin ne adına hareket ettiğini kimse çözemiyor. Bölgede aktif ülkelerden biri olan Türkiye’nin Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan bile Suriye için ‘’At izinin it izine karıştığı trajik bir oyuna, bir tiyatroya dönüştü.” diyorsa, haberciler ile yazar-çizerlerin tahminden öteye geçmeyen yorumları olabilir sadece.
Önümüzdeki iki önemli referandumun sonuçları Ortadoğu’nun kaderinde etkin rol oynayabilir; biri iki gün sonra Türkiye’nin Başkanlık Sistemini kabul edip etmeyeceği ile ilgidir, diğeri Federal Kürdistan’da yapılacak olan Bağımsızlık Referandumudur. Her iki referandum, Türkler ile Kürtlerin etkin rengini belirleyecektir. Yanı sıra, bu referandumlar, Irak, Suriye ve Ortadoğu’nun diğer ülkeleri, böylece Arapların da duruşunu gösterecektir. Kürtlerin Bağımsızlık hakkında Araplar ve Türkler, hatta Farslar tanıyacak mı? Burası önemli. Yâda kimler onay verip, kimler onay vermeyecek; Türkiye’deki Referandumu Economist şöyle değerlendirmiş; ‘’Türkiye diktatörlüğe sürükleniyor.’’ Genel olarak sadece Türkiye değil, Avrupa Ulusları da ısrarla milliyetçi partilere destek vermeye başladılar. Almanya sadece kendi içinde değil, tüm Avrupa’da hegemonya kurmanın peşindedir, buna İngiltere bile tepkilidir. Kuzey Kore’nin meydan okumaları, Beşşar Esat gibi bir diktatörün Suriye’de hala ayakta durması ve dünyanın çeşitli politikacıları ile siyasi partileri tarafından kahraman gibi sunulması, dünyanın yeni rengini belli etmiyor mu? Tarih okumalarıma dayanarak, dünyanın şuan içerisinde bulunduğu durumu tam olarak II. Dünya Savaşı öncesine benzetiyorum. Bir farkla, II. Dünya Savaşı heyecanlı ve hızlı başlarken, şuan için bunu diyemeyiz. Tersine insanlık heyecanla değil, isteksizce ve zorla istemedikleri savaşlara katlanıyorlar. Çünkü Tarih istediği kadar tekerrürden ibaret olsun, küreselleşen dünya bu tekerrürü yaşamak istemiyor. İkinci bir fark ‘’Tanrı Geri Döndü!’’ Maneviyat ve din çatışmalarını görüyoruz. Milliyet ve din İdeolojilerin önüne geçti ve herkes kendi öz kimliğiyle yaşamanın, bunu yansıtmanın tuhaf olmadığını görüyor. Tanrılar, Kutsallar, Mezhepler ve Dini söylemlerin arasında Suriye’de bir savaş yapılıyor ve bu savaş gelecek tüm savaşların mikro sürümüne benzemektedir. Hıristiyan, Yahudi ve Müslüman Din Adamları, Misyonerler ısrarla Mesih’ten söz ediyorlar. Ve yeni çıkan örgütlere baktığımızda Mehdilik inancının ön planda olduğunu görüyoruz, gerek Sünnilerde, gerek Şiilerde, gerekse diğer dini gruplarda bir Kurtarıcıda söz açılıyor. Peki bu durumda, İnsanlık âlemi elindeki kimyasal silahları acımasızca, elindeki savaş araçlarını kontrolsüzce kullanacak mı, kullanmayacak mı; bu durumun provasını yaşıyoruz ve görülüyor ki, kimyasal silahların bir kısmı bazen kullanılabiliyor. Kanlı veya kansız, Yeni Dünya Düzeninde ya mutlak bireysel yaşam hüküm sürecektir ve devletler, otoriteler güç kaybedecektir, ya da Büyük Tanrı Devletini göreceğiz; ikinci seçenek bana daha gerçekçi görünüyor, zira insanlığın Dünyevilikten bıktığını, sıkıldığını görüyorum. İnsanlığın olanca gücüyle kutsal savaşlara, kutsal ilkelere özlem duyduklarını görüyorum. Avrupalının ne işi var YPG, IŞİD, Hizbullah içerisinde? Cihatçıların büyük bir kısmı yabancı ve bu insanlar kutsal savaş içerisinde çarpışmak istiyorlar.
İnsanlık madem kutsal sözcükler duymak istiyor, o zaman şunu iyi bilmeliyiz; ‘’ “Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi orayı perişan ederler ve halkının ulularını hakir hâle getirirler.” (Kur’an, 27-34) Artık Cihatçılara karşı çıkanlar bile ayet ve hadisleri referans alarak kendilerini savunuyorlar. Bu insanlığın kademe kademe dil dilini ciddiye aldığını, her bölgede İncil’den, Tevrat’tan, Kuran’dan ve küçük azınlıkların bile kendi dinsel kitaplarından alıntılar yaptıklarını görüyoruz. Bu durumdan politikacıların âmâsızca faydalandığını, üstünlük yarışına dini referansları alet ettiklerini biliyoruz. Dinler Liberal Dünyanın süsü mü olacak, Yeni Dünya Düzeninin kurucu etkenlerimi; bunu zaman gösterecektir ancak, şuan Suriye’de çarpışan tüm örgüt ve gruplarda ana etkenin idealler olduğunu, bu çekirdek gruplarda belli bazı ilkelerin varlığını gözlemleyen herkes, Liberalizm’in kendi eliyle intihara kalkıştığını düşünebilir. Avrupa ve ABD’nin büyük kentlerinde büyük terör eylemleri gerçekleşmektedir. Ne malum bu desteklenen örgütler bir gün anakentleri kaosla ele geçirmeyecekleri? O gün anakentlerde oturan politikacılar, talimatla yönlendirdikleri örgütlerin kendilerini esir edip talimata bağladıklarını görecekler. Ve o gün çok geç kalınmış bir gün olacaktır, zira yönlendiren ile yönlendirilen değişmiştir.
Bu makalemizin sonunda, tüm insanlık için barış diliyorum. Savaşların, şiddetin, kurnazlığın hiçbir zaman çözüm değil, sorunların kaynağı olduğuna inanan birisi olarak, barışın ve diyalogun bütün dünya uluslarının yegâne ihtiyacı olduğuna inanıyor ve şiddetin temelinde yatan ana sebebin de bir grup aristokratın sermaye ve iktidar savaşı olduğunu açıkça görüyoruz.
İnanan ve direnen ise her zaman gerçekte kazanandır!
Saygılar, sevgiler
Web: www.metyus.co
M.Salih Özalp