Kişiler felaket karşısında aynı davranışı gösterir. Beyefendi yangın felaketinde şaşkınlık geçirdi. Çaresizce “yanmak mı kaçmak mı,” dedi.
Koca binanın denetimi yapılmış olsa ve tedbir alınsaydı. Güvenlik sağlanırdı. Böyle olur muydu? İçim is koktu, dedi. İs kokusuna karşı da tepkisi vardı. Çünkü is kokusu, felaketin sonucuydu.
Beyefendi, “içim is kokuyor,” diyor. İs kokusu içine sinmiş. Demek ki duman organlarına kadar ulaşmıştır. Önce organları karartmış, sonra zehir etkisini göstermiştir. Yine de çaresizliğe çare diyerek, insanları kurtarmaya çalışıyordu.
Kurtarıyordu ayrım yapmadan, tanıdık ve tanımadık. Herkesi, ama herkesi kurtarmanın peşindeydi.
Bina ahşaptı ve yangına açıktı. Bir kıvılcım yetiyordu parlamaya, göremediğimiz bir kıvılcım. Öyle ki bina saniyeler içerisinde, ateş topu oluyor. Önünde durulmaz bir felaket. Felaket, evin önündeki, o güzelim gülleri tanımıyor.
Güllerle birlikte tomurcuklar da tanınmadı. Facianın hedefi oldular ve felaketin, içinde kaldılar.
Felaket, ben, sen ve o demiyor ve ayrım yapmıyordu.
Giriş kapısında aynı, çaresizlik sürüyordu…
İçim is kokuyor, diyor beyefendi, is kokuyorum.
Her birinin feryadında ses kendilerine has, ama felakete tepkisi acıların acısı çırpınışları aynı.
Kurtulma ümitleri aynı.
Açmadan solan canların feryadını, başından sonuna kadar dinleyenin çıkacağını sanmıyorum.
İçi is kokan beyefendi, onun için “Kendimi toparlayamıyorum ve facia gözümün önünden gitmiyor” diyor.
Sığ ve köksüz düşünceliler, aklınızı başınıza alınız. Böyle facialar karşısında, sen ben polemiğine girmek veya olayı siyasi olarak değerlendirmek çok yersiz.
Felaket ve facia nasıl bir anlayış.
Gül ve tomurcuklar, faciada hep birlikte, son nokta.
Hasan TANRIVERDİ























