Gün/aydın dostlarım…
Özlemeyi biliyorsan tebessüm et. Beklemeyi biliyorsan sabret… Sevmeyi biliyorsan eğer kollarını aç________________ Benim adım ‘SABAH…’ Sevgiye başlangıcım ben…
HUZUR VE MUTLULUK
Derviş’e sormuşlar huzur ve mutluluk nedir diye? İnandığım yolda inandığım kişiyle birlikte yürümek demiş.
E tabi inandığınız yol için inanacağınız kişiyi bulmak kalıyor geriye.
İnanıp da yola çıktıklarınız yolda mutluluk vermiyor, üstelik birde huzur kaçırıyorsa, o yol cennete değil cehenneme giden yol olur bir insan için…
İşte aşkın ve sevginin ayrı anlamlar ifade ettiği gibi, huzur ve mutluluk da ayrı şeylerdir.
Huzur; sükûnet, ağız tadı gibi yaşamın aranan birer gerçeği olan kavramlarla ifade edilebilirken, mutluluk ondan çok daha farklıdır… Huzur da mutluluk da hiçbir zaman bir diğeri için garanti vermez insana.
Küçük şeylerle mutlu olabildiğini söyleyen insanların yasadığı, mutluluktan ziyade bir iç huzurudur. Gerçek mutluluk; genelde acının kol gezdiği, çilenin, ıstırabın, kederin ve hasretin en uç noktalarda yaşandığı ilişkilerin bir getirisidir. Kolay elde edilemez o… Bedeli ağırdır.
Ve her beden, her yürek bu yükü kaldıramaz.
Önce, azla yetinmemeyi sonra gizemli ve tehlike dolu bilinmezlere doğru yelken açacak cesareti üzerinde barındırmayı gerektirir.
Birçok şeyde olduğu gibi, istemekle başlayan bu süreç, insanın, insan olduğunun farkına varmasıyla gelişme kaydeder. Anlayabilme ya da kavrayabilme kapasitesince anlamlar yüklenir, eşyalara, mekânlara ve olaylara…
Mevla’nın kuluna lütfu denilebilecek bir yazgıyla, kişi karsısına çıkarılan ruh eşi ile tanışır. Yüreği kıpır kıpırdır artık o insanın.
Anlayabilme ya da kavrayabilme kapasitesince anlamlar yüklenir, eşyalara, mekânlara ve olaylara… Ve her şeye bir kutsaliyet kazandırılır.
Birlikte dinlenilen bir şarkı, beraber yenen ilk yemek, sonraki günlerin detaylarını belirlediği gibi, ölümsüz aşkların, ömür boyu unutulmayan film karelerini de oluşturur. Nedensiz ve niçinsiz bir dünyadır bu hayat tarzı.
Seven, sadece sever… Şekilsiz, şüphesiz, her şeye rağmen sever…
Bir müddet sonra birinin çektiği acıyı diğeri de hissetmeye baslar. O kederliyse diğeri de kederlenir. Kederle birlikte neşede paylaşılır. Ve kimin teselliye ihtiyacı varsa, onu diğerinde arar…
Aradığını bulamadığı zamanlarda çoktur. “Beni neden anlamıyor?”; sorusu sık sık gündeme gelir… Sonrasında seven, görevinin, kendisini değil, sevdiğini mutlu etmek olduğunun farkına varır.
Öyle içten davranışlar sergilemeye başlar ki seven insan, beklemedik anda, beklemedik yerde olmalar, umulmayan zamanlarda aramalar…
İlgilisinin dahi hatırlayamadığı özel günleri hatırlama ve özel bir şeyler yapma çabası alır başını gider.
Lakin sevdiğinden ya azar işitir böyle zamanlarda, ya da aman sende, tarzında ilgisizlik görür. Bu kez kendine kahretmeye başlar.
Damarlarının ve kaslarının sinirden kaskatı kesildiği günler yasar. Sara nöbetlerinden daha beter nöbetler bekler asığın yüreğini. Bağırmak istese sesi çıkmaz, ağlamak istediğinde ağlayamaz…
“Ben neyi yanlış yapıyorum?” sorusu, bazı şeylerin mesafe alabilmesi için zamana ihtiyacı olduğunu öğrenmesine vesile olur. Olduğu gibi kabullenmekten ve sabretmekten başka çaresi olmadığını görür.
Bir müddet sonra, çok alakadar olduğu, her şeyini düşündüğü kişinin kendisinden uzaklaşma arzusuyla karşılaşır. Ve anlar ki, sevdiğini mutlu etmeye tek başına bir sevgi de yetmemektedir.
Bu kez sevginin önüne saygıyı da koyması gerektiğini kavrar. O’na, fikirlerine, yasam tarzına, kılık kıyafetine ve her şeyine saygı…
Sevgi de olduğu gibi, hesapsız kitapsız bir saygı olmalıdır bu…
Bazen de kıskançlık duyguları kabarır seven insanda. Sevdiğini bütün insanlardan kıskanır. Ve bu kıskançlığı elinde olmayacak şekilde dışa vurmaya baslar. Sevilen öyle olmadığını anlatmak ister ama nasıl ifade edeceğini bilemez ve seveni kendi kafasında kurduklarıyla baş başa bırakır…
Bu aşamada devreye giren düşünme dönemiyle birlikte seven, sevgi ve saygısının yanına bir de “güven” duygusunu yerleştirmesi gerektiğinin farkına varır. Güven… En azından kendisine güvenilmesi gerektiği kadar güven…
Sevginin emek verenin olduğu ortaya çıkar bir müddet sonra…
Sahiplenme duygusu yerini hak teslimine bırakır. Kimsenin diğerine muhtaç ya da mahkûm olmadığı bir anlayış hâkim olur ilişkiye.
Anlaşmak için konuşmaya bile gerek kalmaz. Telefondaki ses bile verir insani ele. Ne dert gizlenebilir. Ne neşe saklanabilir. Her şey ama her şey paylaşılır. Gözler karşı karşıya geldiğinde ise sevgi pompalar yüreklere…
Koşulsuz sevgi, sınırsız sabır, sonsuz saygı ve sonuna dek güven mefhumlarının olgunlaştırdığı ilişki de, karşılıklı iki insanın tüm inanç ve değerleri birbirlerini beslemeye başlar.
Tek beden ve tek ruhta bütünleşmeye doğru yol alırlar. Bir elmanın iki yarısı gibidirler. Ne birisi bir adım önde, ne diğeri bir adım geridedir.
Hep eşit, hep yan yana, can cana…
Mutluluk; karşılık beklemeden yapılan iyilik gibidir. Sevilenin, sahip olunsun olunmasın, her şart altında mutluluğunu isteme ve o yönde çaba sarf etmektir.
Mutluluk; Ateştir… Kahırdır… Azaptır… Istıraptır… Çiledir… Belki de ömür boyu sürecek bir hasrettir…
Kısacası mutluluk zordur.
Ve ancak zora talip olanlar mutlu olmak hakkına sahiptirler…
Huzurun olduğu yerde soğan bal olur; sevginin olduğu yerde diken gül olur. Gülün olduğu yerde gülen yüzde mutluluk olur.
Dur bir saniye! Aceleye gerek yok!..
Vedalaşmadan söyleyeceğim birkaç şey daha var sizlere…
Bir soluk alın ve dinleyin dostlarım; Sadece bu yolculuk için burası son durak!.. Her son yeni bir başlangıca gebedir.
Bitmek; kimine göre bir son, başkasına göre yeniden doğuştur. Her şeyin sonu olduğu gibi bununda bir sonu vardır. Geç olsa da öğrendim artık.
Şimdi dönüp baktığımda geriye, geride ne bırakabiliyorum ve siz benden sonrakilere ne verebildim düşüncesi aklımdan biran dahi çıkmıyor.
Evet dostlarım; şimdilik veda zamanı ve ben gidiyorum…
“Şimdilik” ne kadar güzel bir kelime değil mi?. Karanlık cümlelerin sonuna iliştirilmiş pırıl pırıl bir bahar sabahı gibi… Birden bire çok hoşuma gitti bu kelime. Sanki dönüşü olan bir yola gidiyormuşum da, geri dönecekmişim gibi ‘şimdilik’ dedim. Oysa bu yolun dönüşü yok. Her yaratılan, ana rahmine düştüğü andan itibaren sona doğru yolculuk yürüyüşü başlar ve o yolun dönüşü yoktur…
Her adımda keşkelerinin omuzlarında birikir yürürsün… O nedenle keşkeleriniz çoğalmasın ağır gelir…
Yalnız şunu hiç unutmayın; her yaratılan yürek sahibi olamaz çünkü herkes taşıyamaz bedeninde kalbi… Çünkü onların kalp çiçekleri sulanmamıştır sevgiyle…
Birde her sabah uyandığımızda hatırlamamız, unutmamamız gereken şey, mutluluğun başka yerde değil, sadece kendi yüreğimizde olduğudur. Çünkü huzurun kaynağı dışımızda değil, içimizdedir… O nedenle her nefes alışımızda sevin ve sevgiyi hatırlayın…
Sevmek dünyadaki en büyük güzelliktir. Ve şuna inanın ki; “hayat sevince güzel…”
Ve diyelim ki her bir cümleye; bu ülkenin sahipleri yalnızca bu ülkeyi karşılıksız seve bilenlerdir…
Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin…
Hepimiz için güzelliğin adının gerçekten daima ‘güzellik’ kalacağı ve daima gerçek rollerimiz için sahnede yer alabileceğimiz mutlu yaşam diliyorum…
Sevgiyle kalınız… Mutlu kalınız… Umutlarınız ve düşleriniz gerçek olsun…
Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbetler gönderdim…
Hoş kalın, hoşça kalın, sevgiyle hep dostça kalın, bir yerlerde bir gün görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#