Odamın kapısını gıcırdatarak helal uykumu zehri mar eden kim ki? Yastığa gömülen yüzümü biraz yan çevirerek sağ gözümü aralamak istedim ama ne mümkün? Sanki kirpiklerimin üzerine gökdelenli şehirler kurulmuş. Kapının gıcırtısı susmuş olmalı ki uykum kelebek olup bir çiçeğin yaprağına taşıdı beni. Nasıl derin, nasıl hafif nasıl güzel bir yerdeyim. Tüy yastığa iyice yerleştirdiğim başım sanki bulutlar üstünde. Ah bu huzurlu uyku… Gün boyu çekilen onca zahmetin, onca yorgunluğun ödülü sanki.
Ruhum bedenimden ayrılmış, kendi başına güzellikleri seyre çıkmış olmalı ki, tekrar eden gıcırtı ruhumu bedenime döndürdü. Sahi ruhun aklı var mı? Kalkıp şu menteşeleri dişimle sökesim geliyor. En güzel uykumun kastında sanki…
Neden sonra gözümün birini aralayabildim. Kapı aralığından sızan ışık gözümü kamaştırdı. “Ne çabuk sabah oldu.” diyerek bakışımı pencereye çevirdim. Elimi uzatıp perdenin ucunu açtım, karanlıktı her yer. “Koridorun ışığı mı açık kaldı acaba?” Yatağımda olanları anlamaya çalışıyorken, karanlık odamın aydınlık kapısının önünde birinin bana doğru geldiğini gördüm. Afalladım. Baktım baktım tanıdık biri ama bir türlü çıkaramadım. Sonra birden ortalıktan kayboldu. “Öf bu ne ya, güzel uykum kâbusa döndü herhalde.” diyerek yorganı başıma çektim. Gözlerimi sıkıca yumdum ama olan olmuştu bir kere. O tatlı, ipek uykum kaçıvermişti. Sağıma döndüm olmadı, soluma döndüm olmadı. Kötü şeytan bu ya, aklıma olmadık şeyleri sokuyor. Yok, efendim kapıyı gıcırdatan ecinniler olabilir. Yok, yok kesin hortlaklardır. Ay şimdi beyazlar içinde bir hortlak kapıdan içeri girse… Babaannem “Hortlaklar gece yarısı mezarlarından çıkar, yakın evlerin etrafında dolanırlar. Eğer evde erkek yoksa içeri sessizce girerler. Karnını doyurur sonrada giderler.” demişti. Demek ki hortlaklarda acıkıyor, ilginç. Ee ne olacak şimdi evde erkek yok. Saçmalıyorum bende, eski zaman masalları bunlar. Tövbe tövbe kendine gel. İyi de, öyle olmasa kapı sesini diğer odada yatan Aysun duymaz mı? Aslında nasıl duysun onun kulakları işitme cihazı olmasa işe yaramaz ki. Uyurken de kulağında tutacak değil ya. Çıkarıp atmıştır bir yere. Şimdi imdat desem Çin’dekiler duyarda bizimki duymaz. Ay… Korkuyorum galiba… Yorgan altında ter kan içinde bunları düşünürken kapının gıcırtısı yine başladı. Duvarı yumruklasam yan komşumuz Meral teyze hemen gelirdi. O da bu gün evde yok. Şanssızlık mı yoksa hortlakların planımı acaba?
Olacak şey mi? Tam lazımken bildiğim bütün duaları unuttum. Titremekten başka hiç bir şey yapamıyorum. Ah anne, öf baba neden bizi bir başımıza bırakıp gittiniz. Keşke Aysun’ un odasında uyusaydım. Mezarlıkta yakın hemen çıkıp geldiler demek ki. Ne yapacağım ben şimdi.
Aralıklı duran kapıyı sonuna kadar açtıktan sonra bana doğru birkaç adım attı, korkudan kaskatı kesilen bedenim bir hamleyle bağırmak üzereyken, “Hadi kalk ben geldim.” dedi yorganın ucunu kaldıran abim. “Amerika’ dan ne zaman döndün?” diye heyecanla boynuna atılmak isterken bir anda durdum. İçimden abimin kılığına girmiş bir hortlak olabilir diye düşünerek bağırmaya başladım. Bir eliyle “Dur.” değer elinin de işaret parmağını dudaklarına götürerek “sus” işareti yaptı. Sustum ve durdum. Yatağımda oturarak ayaklarımı aşağı sarkıttım. Bir an buza basmış gibi içim titredi. Yere baktım, odanın içine göz attım loş ışıkta her şeyin yerli yerinde olduğunu gördüm. Abim “sus” dediği için hiçbir şey diyemeden ayağa kalktım. Şaşkın şaşkın yüzüne bakarken ne kadar yakışıklı olduğunu fark ettim. Gerçekten de abimmiş.