Gün/aydın dostlarım…
Sabaha uyananlara selam olsun… Uyandıran Rabbime şükürler olsun…
Yaşamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme…
Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben… Her şeye rağmen ben geldim yine…
İster dur burada bir nefeslik mola ver, satır satır oku anlamak için beni, ister bas üstüme yürü geç anlamadan beni, ister dur oku, bir soluk al, bir bak ne demiş, Rabbin bu aciz kulu, anlamaya çalış onu…
HAYATI KAÇIRMAK
Hayat kaçırılan bir şey mi?.. Zamanını boşa harcamak diye bir şey var mı?.. Gençliğimiz elden mi gidiyor?.. Hakikaten kötü bir döneme mi denk geldik?.. Soracak o kadar çok soru var ki…
Hayatı kaçırıyor gibi hissetmek… Hayatımız boyunca dönem dönem içinde olduğumuz ruh hali.
Güzel olan, eğlenceli olan, asıl gerçek olan hep o dışardaymış da sen ondan uzak kalmışsın gibi…
Hepimizde olmuştur zaman zaman… Bazen yoğun yaşarken, bazen anlık gelir bu his. Ama eminim hepimizin kapısını mutlaka çalmıştır.
Bu hissi mesela tercih yaparken hissedebiliyoruz. Bir şeyi seçip diğerlerinden vazgeçince oluşuyor bu his. Bir de yaptığımız seçimler yanlış seçimlerse, acemice ve erken alınmış kararlara neden olmuşsa, acaba diye başlayan cümleler kurmaya başladıysan bu hissi çok yoğun hissediyorsundur…
Hep daha iyisi var, bunu her zaman biliyoruz. Bir de kendi elimizde olanı görsek ve bunun hakkını versek nasıl olur? Her şey illa bir başarı hikâyesine dönüşmek zorunda değil! Sabah kalktığımızda iyi hissedip günün kalanıyla boğuşmak yerine onu yaşamayı seçiyorsak geleceğe en büyük yatırımı yapmışız demektir.
Kafanızda hayatı kaçırdığınıza dair sorular varsa ya da hiçbir şeye yetişemediğinizi düşünüyorsanız, anda yaşamayı deneyin.
Hayatı kaçırma hissi aslında bir yanılsamadır. Çünkü anı yaşadığın sürece hiçbir şey kaçırmazsın. Başka bir deyişle, eğer hayatı kaçırdığını düşünüyorsan, an’dan çok uzaklardasın…
Her insanın fiziksel ve ruhsal olarak bir kapasitesi vardır. Kimimiz stres altında çok başarılı işler çıkarabilir, kimimiz ise stres karşısında kontrolünü kaybedip hiçbir şey yapamayabilir. Bu tamamen bizim yapımızla, kapasitemizle ilgili bir durum. Ama kendimizi tamamen keşfedememişsek neyi ne kadar yapabileceğimiz konusunda yeterince fikir sahibi değilsek bazen beklentilerimizi çok yüksek tutabiliriz…
Bir şeyleri kaçırma korkusu; uzun yıllardır insanlığın yaşadığı bir şey olsa da eski dönemlerde oturdukları yerden milyonlarca insanın yansıtmak istediği gerçek olmayan “senden daha iyi” yaşamları kolaylıkla göremedikleri için şimdiki kadar şiddetli olamazdı.
Sosyal medyaların hayatımıza girmesiyle birlikte normal hayatımızı, başkalarının hayatlarının önemli noktaları ile karşılaştırdığımız bir durum oluşuyor. Ve bu, normal anlayışımızda bozulmalar yaşanmasına sebep oluyor. Bu da kendi eksikliklerimizi düşünmeye itiyor ve bizde yetersizlik hissi oluşturuyor. Dolayısıyla bize yaşattığı hissiyat gayet normal…
İnsanın bu dünyadaki trajedisi, kaçınılmaz ölümlülüğünün farkında olarak yaşamasıdır. Boynumuzda ölüm fermanımızla doğar ve zaman içinde sevdiğimiz insanların ölümüne tanık oluruz. Kimileyin de ölümden saklanmakla ondan korunacağımızı sanırız, onu yadsır ve görmezden gelirsek sanki bizim semtimize uğramayacak zannederiz.
Ernest Becker, dilimize de çevrilen klasik eseri Ölümün İnkârı’nda, insan uygarlığının nihai anlamda ölümlülük bilgisine karşı geliştirilmiş bir savunma düzeneği olduğunu yazar. İnsan bu dünyada kendi zamanını aşacak, onu sonsuzluğa taşıyacak ‘ölümsüzlük projeleri’nin bir parçası olmak ister. Hayatlarımızın sonsuza dek akıp gideceğini zannederiz bir yandan, sanki ölüm başkalarının başına gelecek bir şeydir. Birçok salgın hastalık veya bireysel hastalıklar, özellikle geçmiş yılda Koronavirüs salgını sorunsuz bir biçimde akıp gitmekte olan hayatlarımızda bizi kendi ölümlülük gerçeğimizle buluşturdu ve bize kendi kaderimizin efendileri olmadığımızı hatırlattı.
Maddi düzeyde yok olacağını bilmek, özellikle yakın çevreden birilerinin öte âleme göçünü yakından gözlemlemek, sevdiklerinin ölümünü yahut kendi yok olabilme ihtimalini hatırlatan travmatik bir olay yaşamak bu normal endişeyi tetikler. İnsan faniliğiyle yüzleşerek büyür, olgunlaşır.
Bütün varlıkları yoktan yaratan, hak ile bâtılı ayırt edip hakkı ortaya koyan, sıkıntıyı gideren, tohumu çatlatan, doğumu gerçekleştiren, aydınlığı getiren, kurtuluşa erdiren, yaşama kabiliyeti, gücü ve varlıklara işleyiş düzeni veren, koruyan, kontrol eden “Felak’ın (nurlu ve huzurlu sabahların) Rabbine (bütün mahlûkatını, yokluk karanlığından varlık aydınlığına çıkaran sahibine) sığınırım…
İntibah romanında Namık Kemal şöyle yazmış.
“İnsan her adımını mezardan uzaklaşmak için atar, yine her adımda mezara bir adım daha yaklaşır. Nitekim her nefesini hayatını uzatmak için alır, yine her nefeste hayatından bir nefeslik zaman azalır…”
Kaçamak yaşıyoruz sanki bu mavi bilye dediğimiz küre-i arzda…
Her şeyden, bazen kendimizden bile kaçıyoruz. Duygularımızı paylaşmak nedense zor geliyor bize. Kendimiz bile yaşayamıyoruz ki… Hep içimize atıyoruz sevgileri, hüzünleri, mutlulukları. Bağırıp çağırıp hani derler ya ”bardaktan boşanırcasına yağan yağmur gibi” ağlayamıyoruz bile. Utanıyoruz… Kızgınlıklarımızı hep içimize atıyoruz. Aslında kendimize kızıyoruz. Karşımızdakinin hiç suçu yok ”sadece o, O’nun düşüncesi” diyemiyoruz. Gördüğümüz her iyilik ve kötülüğün bizden kaynaklandığını anlayamıyoruz. Volkanlar patlıyor içimizde söndüremiyor gözyaşlarımızı içimize akıtıyoruz.
Görmüyoruz…
Sevemiyoruz…
Düşünmüyoruz…
Bir tebessümü bile çok görüyoruz karşımızdakine. Bilmiyoruz, aslında o çok gördüğümüz tebessümün kendimize verdiğimiz en değerli hazine olduğunu…
Hayatta her şey size bağlı… Sen istersen dünya daha güzel… Sensin tüm güzellikleri yansıtan…
Diğer olan biten her şey sadece araç…
Hayatta her şey size bağlı… Sen istersen dünya daha güzel… Sensin tüm güzellikleri yansıtan…
Önce hayatı sev, sonra yakın çevreni, sonra uzakları ama bunları yapabilmen için sevginin en başında gelen ve en önemlisi olan Vatan sevgisidir unutma. Rabbinden sonra en çok sevdiğin olan vatanına kötü söz söyletme. İnsanlar sevdiklerini korur kollar…
Hadi kahvenizi alın, oturun bir köşeye. Ruhumuzu keşfe çıktık, sizde katılın bu serüvene…
Kim ki; Barış adına, Sevgi adına, İnsanlık adına yoklama alırsa, Ben; ‘Buradayım’ ve Bizi daha çoğul BİZ olmaya bekliyorum…
Hepimiz için güzelliğin adının gerçekten daima ‘güzellik’ kalacağı ve daima gerçek rollerimiz için sahnede yer alabileceğimiz ömürler diliyorum…
Mutlu, umutlu, acısız, sağlıklı, bereketli, huzurla, yalnızca sevinç gözyaşlarınızın olduğu güzelliklerle süregelen günleriniz olsun… Sevda mavidir dostlar. Mavi ise umut… Sende yüreğini hep mavi tut ki hep sevdalı kal sev, sev ki sevilesin…
Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak sevelim, sevilelim, şu üç günlük dünyada, hayat sevince daha güzel ve diyelim ki her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir… Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun… Sağlık ve huzur ile hoş kalın, hoşça kalın, sevgiyle hep dostça kalın, bir gün, bir yerlerde, görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#























Çok Değerli Ömer Sabri KURŞUN ÜSTADIM,
“”Hayatı Kaçırmak” diyorsunuz ya, ne güzel bir dikkat çekiş hayatı yaşamaya dair.
Öyle ya insan bir otobüsü, bir treni, bir uçağı kaçırabilir; fakat devamında gelene binerek aradaki zamanı telafi edebilir. İnsan bir filmi seyretmesini, bir konseri dinlemesini, bir sergiyi seyretmesini kaçırabilir… Bütün bunların telafisi vardır: fakat hayat dediğimiz ömür sermayesinin telafisi yoktur…. İşte bizler 70 yaş civarındakiler; Çocukluğumuz, gençliğimiz geçti gitti… Devlet görevlerimiz ya da özel sektör görevlerimiz geldi geçti… Şimdi anılarla yaşamaya çalışıyoruz. Bu noktada geçen zamanın “Keşke!”leri yok… Sizin yazınızın henüz hayat mücadelesine tutuşmamış olan gençlerimize okutulması lazım hem de büyük bir ciddiyetle… Teşekkürler… Saygı, sevgi ve selamlarımla…