Ana ve baba vergi dairesinde memurdu. Salgına genç sayılacak yaşta yenik düşmüşlerdi. Çocuklar için ana ve babasız günler geçmiyordu. Çünkü acı ve çile dolu günleri peş peşe geliyordu.
Olaylar acısıyla, çilesiyle yakalarını bırakmıyordu.
Buna rağmen; anne ve babanın vasiyetine uymaya söz vermişlerdi.
Hayat kurallarıyla acımasız mücadele, böyle bir şey diyordu, Hande…
Komşularının da yardımıyla, Hande, ortaokulu bitirmiş, liseyi kazanmıştı. Tolga ise ilköğretim üçe gidiyordu.
Hande on altı ve Tolga dokuz yaşındaydı. Kardeşler komşularının yardımıyla yarıyıl tatiline girmişlerdi. Tatilin ikinci günü İzmir’de oturan akrabası onları İstanbul’a gelip aldı. İki aydır evin kirasını da verememişlerdi. Öylece bırakıp akrabasına takılıp gittiler.
Çocuklar anne ve baba ile ilgili hukuk işlerini halletmemişlerdi.
Kardeşlerin baş döndüren hayat hikâyesi, bundan sonra başladı. Karşılaştıkları olayları iyi değerlendirseler de akrabası Zühtü, onlara göz açtırmıyordu. Tatil bitmiş ve ikinci yarıyıl başlamıştı. Çocukların iki gözü iki çeşme ağlıyordu. Zühtü, umursamaz ve “okumayın,” derdi.
Zühtü, ellerine tutuşturduğu, selelerin birine mendil, diğerine de limon doldurup satmalarını istiyordu. Çocuklara gülmez ve hanımı da onlarla konuşmaya korkuyordu. Günler soğuk geçiyordu. Sabah sokağa çıkıp köşe başında mendil ve limon satmak kolay değildi. Çocukların elleri soğuktan kararıyordu.
Zühtü ellerindeki parayı da almıştı. Hikâye her geçen gün daha acıklı bir hale sürükleniyordu. İstanbul’a gitmenin yollarını arıyorlar, fakat Zühtü onları yalnız bırakmıyordu. Zühtü’nün karısı çocuklardan daha çok korkuyor ve konuşamıyordu.
Birbirlerine destek oluyorlardı ama, göz yaşları hiç kurumuyordu. Artık evde hiç konuşmamaya başladılar. Böylece iki ay geçti. Aç susuz sabahtan akşama kadar ayakta duramaya dayanamıyorlardı.
Hande her gece annesini rüyasında görüyor, sarılıyor ve kucağına giriyordu. Rüyasını göz yaşları içinde, Tolgaya anlatıyordu. Hande hayal bile kuramaz oldum, diyordu.
Hande ve Tolga için çare ufukta bile görünmüyordu. Çocuklar yabancı bir şehirde tanıdık olsa dertlerini anlatma fırsatını yakalarlardı. Bu durumda yapacakları bir şey yoktu. Okulları da onları aramıyordu.
Bir şarkı tutturmuşlardı, bambaşka yolların yolcusu adına. Satış yaptıklarında, bakkaldan ekmek ve peynir alırlardı. Zühtü akşam para hesabını iyi yapamazdı. Onlara da ters baksa da bir şey söylemezdi.
Zühtü ve hanımı elli yaşlarda ve apartmanın zemin katında oturuyorlardı. İkisi de çöp toplayıp satıyordu. Zühtü evde bağırarak konuşuyor, hanımının ağzını açtırmıyordu. Hanımı sabahtan kızartma yapıyor ve kahvaltı için sofraya koyuyordu. Yalnız çocukların çantalarına gizli olarak, kızartmalardan öğle yemeği için dolduruyordu.
Çocuklar köşe başında, kısa boylu tonton bir teyzeyle danıştı. İkinci yarıyılın mayıs ayı gelmişti. Teyze limon ve mendil satın aldı. Hande’ye kızım buralarda yenisiniz herhalde, niçin okula gitmiyorsunuz. Bu yağmurda sokakta ne işiniz var. Yavrum, yardıma ihtiyacınız varsa söyleyin, halledeyim, dedi.
Hande, durumu bir çırpıda özetledi. Anne ve babasını acısıyla göz yaşlarına boğuldu. Tonton teyze yarın caddenin başında beni bekleyin, dedi.
Yeni bir bilmeceye yelken açıyorlardı. Acaba renkli bir sayfa mı gerekecekti. Yalnız tonton teyze işi ciddi tutuyordu.
Zühtü o sabah köyden çağrılmıştı. Erkenden hazırlanıp evden çıktı. Çocuklarda her zamanki gibi caddeden sokağa saptılar. Tonton arabasıyla geldi ve çocukları alıp gitti.
Tonton avukattı. Şehrin varoşlarındaki aile içi şiddet olaylarını araştırıyordu. Evi uzak fakat lüks bir semtti. Çocuklara kim olduğunu açıkladı. Kaldıkları mahallede ne yaptığını da söyledi.
Avukat çocukları temizledi pakladı ve alışveriş mağazasına götürdü. Onları baştan aşağı giydirdi. Avukat hanım, muhtara uğradı ve çocuklara ikamet aldı. Yıllarının yanmaması için özel okula kayıt yaptırdı.
Böylece sınıflarını geçtiler.
Yaz tatilinde resmi evraklarla ilgilenmek için onları İstanbul’a götürdü.
Hasan TANRIVERDİ























