Güneşin son ışınlarını kayığın ucundan izliyorduk. Eğik ışınlar veda ederken, mavi sularda bıraktığı görüntü izlemeğe değerdi.
Işın demetleri halinde gelen görüntü, mavi suları kızıla boyardı. Tam da bu sırada kayığın küreğini havaya kaldırıp bayrak merasimi taklidi yapardık. Güneşin batmasına dakikalar kalmışken, mavi suda ve bulutlardaki değişimi dikkatle izlerdik.
Güneşin batışıyla başlayan farklı renklerle adalara iletildim. Sanki hayal alemindeydim. Adalarda güneşin batışını tüm dikkatimizle izleyecektik.
Havanın kararmasını akıl ettiğimizde gemi kalkmıştı. Arkadaş güneş battı bizde adada kaldık, dedi. Karadeniz’de her akşam güneşin batışını izlediğimiz için, burada tepeye çıkmaya gerek yoktu. Arkadaşa gemi kalkmışsa yarınki dersleri ne yapacağız, dedim.
Üzüntümüz güneşin batışını gölgede bırakmıştı. Adada geceyi nasıl geçirecektik. İskeleye vardığımızda geminin yerinde yeller esiyordu. Yarın derslerde bulunmamız gerekiyordu. Yoksa kaçak sayılacaktık. Sıkıntı büyüktü, zaten insanın kendine ettiğini dünya âlem bir araya gelse edemezmiş.
İskelede dikiliyoruz, görevlilere; bizi bir şekilde göndermeleri için yalvarıyoruz. Görevliler sağ olsunlar ilgilendiler. Fakat garanti diye bir şey yoktu. Diğer arkadaşlar haber vermeden gemiye yetişmişlerdi. Görevlilerden biri arkadaşı aldı ve ilerde park gibi bir yere götürdü.
Gemiden güneşin batışını izlesek olmaz mıydı? Çocukluk işte yapılacak olan arkadaşı beklemekti. Hissettiğim sabahı banklarda karşılamaktan başka çarenin olmadığıydı. Herkes kendine bir yer beğensin, soluk almada bile daralıyordum.
Görevliyle giden arkadaşımız gelmedi. O da ayrı bir dertti. Herhalde parkta garson oldu, dedim. Duygu ve düşüncelerimiz çatışıyor ve ne diyeceğimizi bilemiyorduk. Çaresizlik insanda dengenin bozulması demek olduğunu resmen anlıyorsun.
Gemiyi başka kaçıran olmamış mı? diye soruyorum. Arkadaş başka “Kaçık” yok diyor. Akşamın serini dışarda bile kalamayacağımızı gösteriyordu. Arkadaş yarın öğleye doğru okuldayız, diyordu.
Kendi kendimize tepki göstersek de işe yaramıyordu. Çünkü hatalıydık, gemi bizi beklemezdi. Banklarda uzanmak rahat mıydı? Arkadaş denedi ve sahilde taşlar üzerinde de uzanabiliriz. Herkes kendi aleminde, sahilde geziyordu. Çaresizliğimizi gizlemiyorduk. Acaba motor gibi su üzerinde yüzen, bir vasıta karşıya gitmez mi? diye önümüze gelene, sormaya başladık.
Bizim garson da ayrı bir dert olmaya devam ediyordu. Okulu bırakacak herhalde. O sırada garsonun koşarak geldiğini gördük. Ağlamaklı halimizi fark edince, eliyle gelin işareti yaptı. Bir zıplamada yanındaydık. Arkasındaki bay ve bayan telaşımızı görünce, müjdeli haberi verdi. Bay, teknemizle gidiyoruz. “Yaşasın” diye bağırdık.
Tekne dediği kayık gibi bir şey zannettim. Meğer lüks bir yat imiş. Sevinçten havaya fırlıyoruz.
Yat sahiplerinin peşinden gidip iskeleden tekneye bindik. İçerisi gerçekten çok lükstü. Bizim gibi gemiyi kaçıran yoktu onları da alacaktı. Hemen yola çıktık, gemi gibi değil, hızla yol alıyordu. Yat sahiplerine, okul hayatımızı anlattık. Tost ve ayran ikram ettiler. Kısa sürede Aksaray’a geldik. Teknenin sahiplerine çok teşekkür ettik.
Yeni kapıda tekneden indik ve otobüse atlayıp okula zamanından önce vardık. Çektiğimiz sıkıntı da yanımıza kâr kaldı.
Hasan TANRIVERDİ