Üç arkadaş, uzak ülkelere yolculuk için üçüncü sınıf bilet aldık. Gemi İstanbul’dan kalkacak ve bir ay sonra aynı yere gelecekti. Gemi lüks sayılırdı. Yüzme havuzu, tenis kortları ve sinema salonları vardı. Bakanlığın bizlerden haberi olması, itibar sağlamıştı. Kahvaltı ve yemekler zamanında veriliyordu.
Gemide her türlü insan vardı. Uğradığı limanda inen de oluyordu binende. Üçümüz birbirimizden ayrılmayıp tembih edilenleri aynen uyguluyorduk. Yolcular kendi aleminde oyalanıyordu. Fakat göz ardından gözetleyenlerin olduğunu fark ediyorduk.
Sporcular basket ve voleybol maçları yapıyorlardı. Yüzme yarışları bayağı revaçtaydı.
Tatilimizde en çok kalacağımız şehir Lizbon’a gelmiştik. Sabaha karşı limana girdik. Çoğu limanlar gibi düzensiz ve kirliydi. Gün açmadan ve kahvaltı etmeden gemiden dışarı çıkmadık. Kahvaltıdan sonra şehrin önemli kale ve tarihi caddelerini gezdik. Parkların yanındaki muazzam kiliseler, görülmeğe değerdi.
Giyim eşyaları fiyatlı sayılırdı. Hiçbir şey almadık. Sokaklarda halk mutluydu, karamsarlık esmiyordu. Türk olduğumuzu söyleyince bilmeyenlerin yanında, tepkili olanlar da vardı. Turistik eşyalar her yerde aynıydı. Ülkeye has doğru dürüst bir şey yoktu. Avrupa’nın en batı noktasını sorduğumuzda cevap alamamıştık. Bizim turistik eşyalarımız, bize has ve sıcak bir ruh taşıyordu. Onun için eşya almadık. Cennet vatan boşuna denmiyordu.
Çay bahçesinde dönerciye de rastladık. Biraz hır gür insanlar oturuyor diye içeriye girmedik. Görkemli kiliselere giden hiç görmedik. Dikkatimizden kaçmadı. Yalnız her şey düzenliydi.
Belçika, Hollanda ve Danimarka’ya gideceğiz. Paralarına değer veriyor, Ülkeleri için elinden geleni yapıyorlar. Din ve ırk ayrımcılığı olmuyormuş. Fakat onların karşısında hâliyle ezik kaldık. Alabildiğine özgür, insana verilen değer çok fazla. Dini konularda rahatlar. Sokakta polis görmüyorsun. Devletin yetkilisi yanımızdan bisikletle geçti.
İstanbul’u bilen ve yolculuk yapanlar, bizde özgürlüğün olmadığını adaletin kişilerin iki dudağı arasında olduğunu söylediğinde ağzımızı açamadık. Anayasa mahkemesini alt mahkeme tanımadı, diyor. Bizde diyorlar, hukuk ve adalet herkese eşittir diyorlar. Demokratik haklarımızı kimse kısıtlayamaz. İstanbul sözleşmesinden bahsediyorlar. Dolar değişmiyor ama paranız değersizleşiyor, diyorlar. Merkez bankası bağımsız olmazsa olacağı budur diyorlar.
Aynı müteahhitlere dolar garantili ihale veriliyor. Acaba yöneticiler onlarla ortak mı? diyorlar. Biz daha onlarla gezmedik. Çok şaşırdığımız ülkemizdeki anormallikleri bizden iyi bilmeleriydi.
Park ve bahçeleri dolaştık. Katedrallere girdik. Müzeleri gezdik. Adamlar sanata o kadar önem vermişler ki, inanamadık. Her yer tarih kokuyor. En küçük bir tarihi yeri restore etmişler ve halkın emrine vermişler.
Şaşırdığımız çok yerde ellerinde kitaplarla tarihi yerleri öğrenme istekleri. Şehirde yeşil alanlar o kadar çok ki, inanılmaz. Şehir değil sanki ormanlık.
Bir gemi yolculuğunu şans eseri gerçekleştirdik. Geri dönüşte girmediğimiz limanlara girip şehirleri gezdik.
İnanamadığım kendimiz ülkenin yıkımı için çalışan bir topluluk muyuz? demek istiyorum. Belki ağır kaçtı ama başka açıklayıcı bir ifade bulamadım.
Hasan TANRIVERDİ






















