Düşük gelirlilerin yaşantılarını, incelemek amacıyla kurgulanan senaryo da oynamak üzere, tıp fakültesi hocalarından bir çifti seçmişlerdi. Çift psikiyatri hocasıydılar ve bir de çocukları vardı.
Senaryo gereği, şehrin varoşlarından birini seçtiler. Giyimleri ve görünüşlerini de senaryoya uygundu. Yoksul mahallede önce bir gecekondu yaptılar. Gecekonduyu temizleyip yerleştiler. Beyaz eşyalardan yalnız televizyonu evden getirdiler. Eşyalarının tümünü ikinci el seçtiler. Soba yerine kuzine kurdular. El arabalarını da gecekondunun arkasına bağladılar.
Arada çocuğu ağlıyor ve birbirleriyle bağrışıyorlardı. Doktorlar rollerini iyi yapacaklar ve geliri olmadan yaşanılan acıları ve sıkıntıları rapor edeceklerdi.
Eşyaların taşınması ve yerleşmesinde, komşulardan yardım gördüler. Gecekondu içerisinde, sinekler dönmeye başlamıştı. İçeriye giren yaban arısı, sinekleri dağıttı ve uçup gitti. Çocuk ağlamaya başladı.
Baba bakkala gidip ekmek ve çay aldı. Doktorlara hiç para verilmemişti. Bundan sonraki kazançlarıyla ancak bakkala gidebileceklerdi.
Mahallede sabah hareketliliği başlamıştı. Kâğıt toplayıcıları ve eskiciler yola koyulmuşlardı. Baba da kâğıt toplayacaktı. Anne de çocuğunu alır beyine yardım ederdi. “Hayatımızın rolünü oynayacağız. Gecekondu yaşantısına bir yıl dayanacağız,” diyorlardı.
Gecekondu yaşantısına oldukça uzaktılar. Zorlukla karınlarını doyuruyor ve soluklanıyorlardı. Bir hafta geçmiş olmasına rağmen uyum problemi devam ediyordu. Yalnız mahalleyle ilgi kurmaya başlamışlardı.
Çocuğunun muz ve çilek istemesine “paramız kalmadı,” diye cevap vermişlerdi. Anne kendi kendine “muz ve çilek” dedi. Rolleri aksamıyor ve gerekli notlar alınıyordu. Gecekondu da yaşayanlar olarak herkes çalışıyordu. İş peşinde koşuyorlardı.
Mahallede yardımlaşma en üst düzeydeydi. Çoğu gecekonduya yardım gelmiyordu. Eskisi gibi değildi, köylerden yardım kesilmişti. Kimsenin kazancı ve davranışları konu olmazdı. Bir araya geldiklerinde hiç kimseyi çekiştirmezler, kimsenin işine burunlarını sokmazlardı. Geçinmek zorunda olduklarını biliyorlardı. Onun için buldukları her işe el atıyorlardı.
Doktor baba geliri olmayan, bu insanlara hayranlık duymak gerekir,” diyordu.
Gecekondu sahiplerini konuşturur, notlar alırlardı. Yol kenarındaki ağaçlardan, topladıkları meyveleri birbirlerine ikram ederlerdi. Sıraya girer, halk ekmeğini herkese alırlardı. Mahalleye geliş hikayesini anlatırlardı. Komşuların çok ilginç olayları dudak ısırtırdı.
Doktorun kâğıt toplamaktan elleri yarılmaya başlamıştı. Yalnız bir lamba yakarlardı. İki gömlek ve pantolonuyla idare ederdi. Ayaklarında botlarıyla her yere rahatlıkla giderdi. Baba ve anne uyum sağladıklarını iddia ediyorlardı. Çok yemezler, istediklerini alamazlardı. Baba erkenden kâğıt toplamaya gider, anne de komşu gecekondudan, dikiş öğrenmeye çalışırdı. Birlikte olmanın en iyi yolunu seçmişti. Onlardan sosyal ve psikolojik davranışlarını, öğrenir ve onları not ederdi.
Mahalle kültürü gereği, dürüst davranmaları dikkatten kaçmıyordu. Çocuklar da kâğıda gidiyordu. Akşamları notlarını kontrol ediyorlardı. Mahalleli birbirleriyle yardımlaşma üzerine ayaktaydılar. Kötü düşünmek yaşantılarında yoktu. Yalnız yılgındılar. Hayatın acımasızlığına yeniktiler.
Komşular akşam misafirliğe gelecekleri zaman temizlik yapılırdı. Yine de hayatlarından memnundular. Günlük masraflarını çıkarıyorlardı. Notlarına “hayat çok şeye değmezmiş,” yazmışlardı.
Bir süre sonra eşyadan bile nefret etmişlerdi. Ütü, davet, sinema, tiyatro ve eşyaların temizliği maziye karışmıştı. Mide ve bağırsak problemi de yoktu. Arada soğuk alıyorlardı. Mahallenin kendine has bir atmosferi yaşanıyordu. Lisede okuyan çocuklar, ailelerine problem oluyorlardı. Ana bu konuda notlarını alıyor ve komşularıyla da temasa devam ediyordu.
Siyasileri sevmezlerdi. TV ekranında çok görünenlere isim takarlar ve gülerlerdi. Maddi problemleri olmazdı, çünkü bakkal amcalarında veresiyeleri açıktı.
Baba fabrikanın kâğıt çöplerini almıştı. Yarın birlikte gideceklerdi. Kahvaltıyı da fabrikada yapacaklardı. Baba onların görüşlerini inceleme fırsatı buluyordu. Köy ile şehir arasında kalsalar da oylarını şehirden yana koyarlardı. Köye gidip yeniden düzen kurmaya güçleri yoktu. Çocuklarına devletin sosyal yardım yapmaları gerekiyordu. Büyüyen çocuklar da eskicilik yapıyordu. Söylediklerine göre onlar daha iyi kazanıyordu.
Aileleri için çalışıyorlardı. Hayat onlara göre çok pahalıydı. Onun için, sıkıntılara karşı rahat değildiler. Bazen yardım alıyorlardı. Yardımın nereden geldiğini bilmiyorlardı. Yoksulluklarının düzelme şansı yoktu. Fakat böyle bir hayatı da sürdürmek zorundaydılar.
Baba ve anne rolleri gereği yıllarını doldurmuşlardı. Ekmek, makarna, meyve suyu ve bazen de yoğurt almışlar ve bakkal amcalarına borçlanmışlardı.
Yeni bir heyecan yaşayacakları gün, gelip çatmıştı. Tezlerini bitirmişler ve çok şey öğrenmişlerdi. Hayatın acı ve tatlı anılarını, herkesin yaşamasını isteriz, diyorlardı. Anne ve baba yitirilmiş duyguyla bir garip olmuşlardı. Gözleri doluyordu. Hayatın doğallığı, komşuluk ilişkileri onlara çok şey öğretmişti. Dostlukların menfaate bağlı olmaksızın, nasıl yaşandığını görmüşlerdi.
Hayatlarında artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Eşya konusunun ne kadar boş olduğuna çok emindiler. Çay ile kuru ekmeği, büyük bir zevkle yemenin keyfini, asla unutmayacaklardı. Komşularıyla bazen güldüler ve bazen de ağladılar. Yaşanan güzellikler, aileleri sevgi ve saygı anlamında, birbirine yürekten bağlamıştı.
Baba, işe diye okula gitti. Yönetime mahallenin ihtiyaçlarını ve acilen yapılması gerekenleri tekrar elden geçirdiler. Doktor, sabahtan kimse işe çıkmadan yük arabasıyla, mahalleye geldi.
Babanın belirlediği eşyalar, mahalleliye dağıtıldı. İşe alınacaklara gerekli bilgi verildi. Gecekondularını eşyalarıyla yeni evleneceklere verdiler.
Mahalleli çok şaşırmıştı. Yapılanları ağlayarak alkışladılar. Baba her şeyi açıkladı ve başınız daraldığında, sizi fakülteye bekliyorum, dedi.
Hasan TANRIVERDİ