Memleketimden İnsan Manzaraları 474
Erkeğin Kalbine Giden Yol
Evlenmeden önce kadınlar hakkında zırcahilmişim ben meğer. Okuduğum hiçbir kitap, gazete, dergi uyarmadı; beni bu konuda hiç. Öğrenciliğimde olduğu gibi, öğretmenlik yıllarımda da… Herhangi bir dost, arkadaş ve büyüğüm de…
Bu tür konularda kadınlar gibi, erkekler de kapalı kutu… Ayıp sayılır, günah sayılır;
karşı cinsten ve cinsellikten söz etmek. Durup dururken ne diye günaha girsin ki insanlar; değil mi ya? Genel kanı şudur bizde: “Bana ne! Ben nasıl deneyip üzülerek, acı çekerek öğrenmişsem, başkaları da öyle öğrensin!”
Böyle düşünüldüğünden olsa gerek paylaşmıyordu kimse olumlu ya da olumsuz deneyimlerini. O yıllarda hükümetimizde bir “Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı” falan da yoktu. Şimdi var da bir işe yarıyor mu, bilmiyorum. 50-60 yıl önce olsaydı böyle bir bakanlık, evliler ile evlenmeye hazır gelin ve damat adayları için kitaplar hazırlatır, kurslar açar, konferanslar düzenler miydi acaba?
Her mahalle ve her köşe başında dinsel kurslar açılmasını teşvik eden hükümetler, niçin hiç “Mutlu Evlilik Kursları” açmazlar dersiniz? Evlenecek her kadın ve erkeğe neden bu kurslardan mezun olmak mecburiyeti getirmezler? İlkokuldan başlayarak tüm orta dereceli ve yüksekokullara neden “Aile Bilgisi”, “Mutlu Aile Yuvası” gibi dersler koymazlar?
“Aile Bilgisi” deyince anımsadım; 1950’li yılların başlarında ilkokul 4. ve 5. sınıflarda böyle bir ders vardı. Sonraki okullarda yoktu maalesef. Neden yoktu? Kim ya da kimler kaldırmıştı o dersi? Amaçları neydi? Köy Enstitülerine karşı olan, adına bile tahammülü olmayan iktidarlar mı?
Onları kıyasıya eleştirenler, 1960’tan sonra iktidar olduklarında neden koymadılar? 1980, 1990’dan sonra da…Benimki de laf mı yani! Hükümetimizde koskoca bir “Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığımız var. Üstelik o bakanlığın başında da bir bayan…” diye sevinip övüneceğime, ne diye yakınıp duruyorum ki?
Kim bilir, kurulduğundan bugüne ne büyük hizmetler yapmıştır ülkemize bu bakanlık! Doğrusu ya pek fazla bir şey bilmiyorum bu konuda. En büyük hizmeti “Kadın sığınma evleri” olsa gerek. Ancak bu bakanlığın asıl görevi, bu tür evler açmak yerine kadınları sığınmaya muhtaç durumda bırakan nedenleri ortadan kaldırmak olmalı; değil mi?
Kadın ve erkeği mutlu bir evlilik konusunda bilinçlendirirsek, kavga ve şiddetle niçin birbirini üzüp dursun ki eşler? Şuna inanıyorum ki ben, aklını kullanan hiçbir kadın ve erkek mutlu olmak için kurduğu yuvasında şiddet ve baskı uygulayarak huzur bozmak istemez. Yeter ki biz, –özellikle kız öğrencilere- okullarda zorluklar karşısında pes edip yılmayı, tutsak olmayı değil aksine direnip bilgisini, zekâsını ve kadınlık yeteneklerini kullanarak problem çözmeyi öğretelim.
“O bana sert konuştu; ben de sert konuşayım. O bana kaba davrandı; ben daha kaba davranayım. O benim aileme saygı duymuyor, eleştiriyor hep, ben onunkine niçin saygı göstereyim?” dediniz mi, çıkmaz bir sokağa girdiniz demektir. Bu tür bir düşünce tarzı
-2-
sorunları çözüp azaltacağına aksine birkaç kat çoğaltıp zorlaştırır.
Evlenmeden önce, iki eğitimli insan olarak eşimle hiç kavga etmeyeceğimi sanırdım. Sanmak ne demek, yüzde yüz inanırdım. Kazın ayağı öyle değilmiş ama!
İlk tartışmamızın, ilk kavgamızın konusu neydi, anımsamıyorum şimdi. Önemli değilmiş ki beynime kazınmamış. Onun yanında bir hanıma farklı mı bakmışım, ya da tanıdık bir hanıma aşırı bir iltifatta mı bulunmuşum? Buna benzer incir çekirdeğini doldurmaz bir nedeni olsa gerek. Başka ne olabilir ki?
Ne kadar alttan alıp açıklama yaptıysam ikna olmadı eşim. Uzadıkça uzadı tartışma. Ne söylesem daha da sinirlendiriyordum onu. Git gide yükseltiyordu sesini. Hiç istemediğim halde ağzımdan kötü bir söz çıkar diye korkumdan, kaçarcasına çıktım evden. Çıktım da nereye gideceğim?
Kahve bilmem, meyhane sevmem. Caddeye çıkar çıkmaz baktım, bir minibüs geliyor. Elimi kaldırdım, durdu önümde. Nereye gittiğine bakmadan atladım hemen. Fatih’e gidiyormuş. “Son durak” deyip ödedim ücretini. Fatih’te inip Beyazıt minibüsüne bindim. Son durakta indiğimde akşam ezanı okunuyordu. Küçükköy nere, Beyazıt nere?
Niçin gelmiştim, evimin olduğu semtten taa buralara?
Evli bir insan olarak ne işim vardı benim bu saatte, İstanbul’un merkezi Beyazıt’ta?
Fazla kafama takmadan bu soruyu, Aksaray’a doğru yürümeye başladım. 1959 Eylül’ünde İstanbul’a ilk geldiğimde ilk tanıdığım, ilk sevdiğim semtlerdi buralar. Lâleli her zamanki gibi kalabalıktı yine. Amaçsız olarak vitrinlere baka baka yürürken, İ. Ü. Fen Fakültesi’nin karşısında bir otel görünce durdum. “Bu akşam eve dönmeyeyim de sinirleri iyice yatışsın eşimin” diye düşünüp tek kişilik bir oda ayırttım bir geceliğine.
Önce Aksaray’a, sonra Yenikapı’ya doğru yürüdüm. Bir büfeden Cumhuriyet gazetesi alıp dönüp geldim otele. “Demek ki üzmüşüm eşimi davranışlarımla ben. “Ne var bunda kızacak, üzülecek?” diye sorup duracağıma, içtenlikle özür dileyerek öpüverseydim yanaklarından… Yanlış yoldayım. Suç bende, suç bende…” diye düşündüm, uyumadan önce.
Sabahleyin, sanki dün hiçbir şey olmamış gibi döndüm eve. Eşim de aynı konuyu açmadı bir daha. “Neredeydin? Çok merak ettim seni. Ne olur, bir daha yalnız bırakıp gitme beni!” demekle yetindi. İlk fırtınayı böyle atlattım işte ben, fazla hasar vermeden…
Hanımlar şunu çok iyi bilmeliler ki, sanıldığı gibi, “Erkeğin kalbine giden yol midesinden geçmiyor.” Nereden geçtiğini merak edenler, Amerikalı Bayan Yazar Sherry Argov’a sorsunlar lütfen! (*)
——————————————————————————–
(*) Erkekler Neden Dişli Kadınlarla Evlenir? Sherry Argov, Çeviren Başak Yenici,
Butik Yayıncılık, 2020 Eyüpsultan/İstanbul, info@butikyayincilik.com
Hüseyin Erkan
0535 371 74 83























