“Fenalıklardan uzak duran ve sürekli verdiği sözü yerine getiren insanlarla dostluk etmeliyiz.” Hz. Ali
Evet, bayramın ilk günü… Henüz ilkbaharın varlığını yitirmediği güneşli bir 15 Haziran gününde doğanın özgün görüntülerini gözlerimizle tarayarak yol almaya başladık. Nereye mi? Silivri yakınlarındaki
Kavaklı’ya doğru…
O yöne araçla ilerlerken gözlerimiz, her yıl uğrak yerimiz olan “Erkanların Küçük Çiftliği” yazısına aramaya başladı. Bir süre sonra torunlardan: “İşte ordaaa!” sesi yükseldi!
Kapının önünde durduk. Kilitli olduğu anlaşıldı. Telefonla iletişim sonrasında bahçıvan geldi. Kendine özgü esprilerle kapıyı açtı. Yeni yapılmış ve hoş bir manzara görüntüsü sunan taş yoldan içeriye girdik. Merhaba, hoş geldiniz karşılaması sürdü!
“Erkanların Küçük Çiftliği”nin beş dönümlük arsa üzerinde konuşlandığını, geçmiş yıllara göre bu
yıl belirgin yollar yapıldığını, Tokatlı bahçıvan Abdullah Duran ile eşi Fadime Hanımın çiftlik hizmetlerini başarıyla yürüttükleri, ana binada onarım yapılmış olduğunu, sebze serasının kurulduğunu, toprağın gereği gibi işlendiğini, dalları bezeyen renkli ve beyaz dutların “bize uzanınız!” çağrısında bulunduğunu gözlemledim.
O anda Âşık Veysel’in ünlü ‘Toprak’ şiirinden bir dörtlük, belleğimde yol aldı: “ Karnın yardım kazmayınan belinen /Yüzün yırttım tırnağınan elinen /Yine beni karşıladı gülünen /Benim sâdık yârim kara topraktır.”
Çiftliğin arka tarafında konuşlandırılmış olan ahırda; Abdullah Duran’ın sağımı yaptığını, Semental cinsi ineğin sağım makinesiyle günde 25 kg süt verdiğini, sağım sırasında Güler Hanım’ ın kaşağı vurduğunu, bir aylık ‘Alican’ adlı erkek buzağının günde 5 litre ana sütünü alıştırıldığı biberonla içtiğini, dostum Hüseyin Erkan’ın biberon elinde koştuğunda Alican’ın arkasından koşmasının görülmeye değer olduğunu ve seyredenlerin kahkaha
attıklarını iki gözüm gördü! Ne ki anlatılmaz, yaşanır!
Seyredenler kimler? Diyebilirsiniz. Adlarını vereyim: Sebahat ve Gülşah, Güler, Dilem, Erim, Derya,
Alara ve Durucan… Bir de Muhsin Durucan…
Dallarından koparıp beyaz ve renkli dutları yediğimiz, havuz kıyısındaki masanın başında oturup
Değişik espriler sürdü. Birileriyle konuşurken Hüseyin Erkan adını andığım oluyor. Kim o? Diyorlar.
Dilem Yayınevi’nden Güler Erkan’ın eşi, dediğimde karşımdakinin jetonu düşüyor, dediğim gibi…söyleştiğimiz, yeni yollarda yürüyüş yaptığımız, tavukları izlediğimiz, çimenlerde oynaşıp koşuşturan köpeklere baktığımız, görüntü aldığımız, gelen bayram kutlama telefonlarına yanıt verdiğimiz, gazetelere göz gezdirdiğimiz, kimi adlar ve güncel konular üzerinde konuştuğumuz oldu.
Güzel, güneşli ve mutluluk veren günün sonunda karanlık çökerken, emeği geçenlere teşekkür edip vedalaştık ve çiftlikten ayrıldık.
*





















