Yazar Portal | Turkiye Interaktif Kose Yazarı Gazetesi
Cumartesi, Aralık 6, 2025
  • Giriş Yap
  • Ana Sayfa
  • Köşe Yazarları
  • Künye
  • Yayın İlkeleri
  • Yazar Müracaatı
  • Kurumsal
    • Misyon
    • Yayın Grubumuz
    • Logo
    • Reklam Tarifesi
  • Yazar Girişi
  • E-Posta
Sonuç yok
Tüm sonuçları gör
  • Ana Sayfa
  • Köşe Yazarları
  • Künye
  • Yayın İlkeleri
  • Yazar Müracaatı
  • Kurumsal
    • Misyon
    • Yayın Grubumuz
    • Logo
    • Reklam Tarifesi
  • Yazar Girişi
  • E-Posta
Sonuç yok
Tüm sonuçları gör
Yazar Portal | Turkiye Interaktif Kose Yazarı Gazetesi
Sonuç yok
Tüm sonuçları gör
Anasayfa Yazarlar Ertuğrul ERDOĞAN

Elma Şekeri (Roman)

Ertuğrul ERDOĞAN Yazar Ertuğrul ERDOĞAN
29 Şubat 2020
Ertuğrul ERDOĞAN
1
401
Paylaşma
5k
Görüntülenme
Facebook'ta PaylaşTwitter'da Paylaş

“ELMA ŞEKERİ” adını verdiğim roman çalışmam, iki farklı kültürdeki iki doktorun ilginç bir aşk hikayesidir. Hikaye terörün bir zamanlar kol gezdiği  Diyarbakır’da geçiyor. Roman kahramanı Nergis Jinekolog ve ona aşık olan doktor Yaşar. İkisi de aynı hastanede çalışıyorlar. Neler yaşayacaklar?  Özellikle annesi bu evliliğe onay verecek mi? Yaşar nasıl bir karar alacak?  İsterseniz sözü daha fazla uzatmadan özete buyurun derim.

“Jinekolog Nergis, ilk kez ölümle tanışır küçüklüğünde! Babasının müteahhit olduğu yıllarda durumları iyidir. Ancak, ortaklarının oyunu ile elde avuçta hiçbir şeyleri kalmaz. Buna üzülen babası, bir gece kalp kriziyle ölür. Anneleri bunalıma girer. Çocukları bile gözünde değildir. Hastaneye yatar. Bir deri bir kemik kalır.

Küçük dayıları, aile meclisini toplar ve ikisi erkek olan üç yeğeninin evlatlık verilmesine karar verilir. Nergis, dört yaşındayken, bir öğretmen aileye verilir. Burada en iyi şartlarda yaşar. Dicle Ünv. Tıp Fakültesini bitirir. Jinekolog çıkar ve Yöresi, Diyarbakır Hastanesi’nde göreve başlar. Amacı, yöresindeki kadınları bilinçlendirmektir.

Yıllar sonra annesi ve ailesinin izini sürer. Kardeşleriyle annesini alarak yine eskisi gibi bir aile olurlar. Nergis, evlatlık verilen aileyi de unutmaz, onları da çok sever ve zaman zaman da arar ve yanlarına gider.

Nergis’in evi operasyon yapılan Sur’a yakındır. Görevine silah ve bomba sesleri arasında gider. Burada öyle hastalarla karşılaşır ki, birçoğunun hikâyesi oldukça ilginçtir. Hastaneye, operasyondan yaralananlarla, bombalardan parçalanan insanları tedavi eder arkadaşlarıyla birlikte. Suriyeli küçük bir kızı tedavi eder, kız hamiledir. Onu annesiyle birlikte evinde bir ay misafir eder. Babaları ile erkek çocukları Valiliğin yardımı ile uygun bir yere yerleştirir. Suriyeli aile evlerinde kalırken, makinalıların kurşunlarına maruz kalırlar. Hepsi yatak odalarının arkasındaki izbe bir yere sığınırlar…

Bombalar hiç susmaz Sur’da…

Nergis’in gerçek annesi, Bingöl Karlıova’da ablalarıyla kalır. Onu yanına aldırmayı çok ister. Zira yalnızlıktan oldukça bunalmıştır.

Yoğun çalışmanın ardından hastanenin kantininde kahvesini içerken, kendisine önlüklü genç bir doktor bakar. Bu doktor daha sonra hasta randevu sistemi ile Nergis’in karşısına geçer. Ve ona âşık ve ciddi olduğunu söyler.  Günler süren ısrarlardan sonra Nergis bu teklifi kabul eder. Artık iki genç bombaların gürültüleri arasında işe birlikte giderler. Tatil günleri, kentten uzaklaşıp doğaya,  Diyarbakır’ın tarihi yerleriyle,  sinema, tiyatro ve kitapçılara giderler.

Sevgilisi Yaşar, İzmirlidir. Babasının on beş kişinin çalıştırdığı bir imalathanesi vardır. Annesi, çok ters ve sinirli birisidir. Çevresine hep sosyetik görünmek ister. Yaşar, sevgilisini annesiyle tanıştırmak ister ama annesinin huyunu bildiği için çok çekinir. Bir yemekte, evlenme teklif eder ve konuyu ailesine açtığını söyler. Onların birkaç hafta sonra da Diyarbakır’a tanışmaya geleceğinden bahseder.

Yaşar’ın ailesi Diyarbakır’a gelir. Hep birlikte Nergis’in ailesiyle tanışmak için Karlıova’ya bir kış günü giderler. Yol çok çetindir. Zor geçit verir. PKK’da başlı başına bir tehdittir yolda. Neyse ki, Nergis’in Kürtçe konuşmalarıyla serbest kalırlar. Yaşar’ın annesi Karlıova’da Sosyetik hareketleriyle iticidir. Çok kalmadan hemen dönerler ama yolda öyle maceralar yaşarlar ki… İzmir’e dönen annesi için bu durumlar Yaşar’a karşı bir kozdur. Telefonda oğlunu baştan beyinden eder. Ve Nergis’in kendilerine yakışmadığından bahseder.

Anne boş durmaz, babasının siyasi tanıdıklarını araya sokarak, oğlunun tayinini gizlice İzmir’e çıkartır. Yaşar, bunu annesinin yaptığını anlar ve İzmir’e mecburen döner. Annesi, Nergis’i kötüler ve kendisini sosyetik bir kızla evlendirmeyi düşünür. Yaşar kabul etmez ve her şeye rağmen Nergis’le evlenmekte ısrar eder. Annesinden Diyarbakır’a tekrar gitmelerini ister. Annesi kesinlikle bir daha öyle bir ortama gitmeyeceğini,  isterse, nişan işlemlerini İstanbul’da yapabileceğini söyler. Yaşar bu durumu Nergis’e açar. Nergis’ten hiç görmediği bir tepki alır. Ve araları bozulur. Nergis, sosyal medyayı kapatır. Telefonlara bakmaz. İnadı inattır.

Bu duruma kızan Yaşar, fazla naz âşık usandırır örneği ile annesinin söylediği kızla inadına nişanlanır. Annesi, habersizce Nergis’e davetiye bile gönderir. Buna iyice sinirlenen Nergis, barışmak için aracı gönderilen dostları da kabul etmez.

Yaşar, yaptıklarından pişmandır. Nergis’i unutamaz. Bunalıma girer. Yemeklere inmez. Odasında hep Nergis’i düşünür. Bir akşam, Babası, oğlunu yemeğe çağırır. Ses gelmez odasından. Yukarı çıkar bakar ki, oğlunun ağzı köpük ölümle pençeleşir. Acil hastaneye kaldırılır. Annesi de rahatsızlanır, birlikte Acile giderler. Yaşar, yoğun bakıma alınır.  Bir hafta hareketsiz yatar, Bunu duyan Nergis, İzmir’e gelir. Annesine rağmen hastanede Yaşar’ın yanında kalır. Onun kulağına fısıldayıp yaşatmak ister, ancak Nergis, sevdiğinin öldüğünü otelde alır.

Cenazesinden sonra Diyarbakır’a döner. Acısını içine gömerek hastanedeki görevine devam eder. Yaşar’ın bir zamanlar bahsettiği Yunan adasına gitmeye karar verir. Orada ilginç olaylarla karşılaşır. Yaşar’ın gittiği yerlere uğrar. Otele yakın bir yerdeki uçurumun kenarına gider. Kendisini aşağıya atmak üzereyken Annesinin sesini duyup vaz geçer.  Dostları, Yaşar’ın annesinin felç geçirdiğini söyler. Dönüşte uğrar. Babası, oğluna sarılır gibi Nergis’e sarılır, koklar. Karısı yatakta felçli yatar. Nergis, onun kulağına eğilir “Kendim için seni affediyorum.” der.

Nergis, dönüşte uçakta, Yaşar’ın hastanede yatarken giydiği tişörtünü koklar, koklar…

Daha başka neler mi var?  O da romanın içinde gizli…

ROMANDAN DERLEDİĞİM  KISA BİR ÖYKÜ

elmasekeri

Bugün Nergis’in doktorluk mesleğinin ilk günüydü. Okuduğu şehirde kadın doktoru olmak ve yörenin kadınlarını bilinçlendirme arzusuyla dolu olsa da yataktan kalkmayı istemedi. Tıp Fakültesini bitirdikten sonra gece gündüz demeden staj yapmıştı, ancak son üç aydır işi gücü olmayan emekliler gibi geç saatlerde uyanıyordu. Uyuşuk haldeydi.

“Haydi, kalk ve doğruca işine git. Onlarca yeni tanışacağın hasta seni bekliyor…” emriyle kalkıp mutfağa geçti. Canı bir şey istemedi. Dolaba baktı. Önünde uzun süre düşündü. Kafasını kaşırken zeytin ve peynir kabını alıp masaya koydu. Çay demlemek uzun sürer, en iyisi meyve suyu, diye düşündü. Birkaç lokmayı meyve suyunun itişiyle zor da olsa yutabilmişti.

Akşamdan ütülediklerini giyip saçlarını topladı. Makyajı pek sevmezdi ama ilk izlenim önemlidir, diyerek uzunca makyajını yapıp dışarıya çıktı.

Çalışacağı Dicle Devlet Hastanesi evine yirmi kilometre uzaklıktaydı. Hastane, üniversitesiyle birlikte adını aldığı nehre yakın ve geniş bir alana kuruluydu. Nergis, aslında yıllarını verdiği bu üniversiteden ayrılıp doktor olduktan sonra başka illerde çalışabilirdi ancak kendi yöresindeki kadınlara hizmet etmeyi ve onları bilinçlendirmeyi istedi.

İlk gün odasının önü oldukça kalabalıktı. Kaç hastaya baktığını bilemedi. Aralarında, vajinalarına çocukları olması için maydanoz kaynatıp koyanlar mı dersiniz, ters ilişkiden muzdarip olan kadınların gözyaşı içinde anlattıkları mı dersiniz, her türlü insanla karşılaşmıştı mesaisi bitinceye kadar…

Yalnız yaşadığı evine yorgun geldi. Bulunduğu yer Sur’a yakındı ve makineli tüfekle bombaların sesleri hiç kesilmiyordu. Operasyon son sürat devam ediyordu. Nergis, artık bu seslere alışmıştı. Hatta bir gün kullanmadığı odanın penceresinden içeriye irice bir mermi girmiş, kör kurşun Allah’tan oturduğu odaya gelmemişti. Annesini telefonla aradı, onun dualarını istedi. Okul hayatından beri kendisini yıllardır takip eden ancak bir türlü kendisine açılamayan bir alt katta görevli okul arkadaşı Yaşar’ı düşündü. Yaşar da aynı hastanenin dâhiliye bölümünde çalışıyordu.

Nergis’in gözleri düşünceleri arasında ha kapandı ha kapanacaktı. Mutfakta dünden hazır olan birkaç tabaktaki yiyecekleri masaya serip, birkaç lokma ile sofrayı bile toplamadan yatak odasına geçti. Bu, odasının hemen yanındaki bölme elbise odasıydı. Özel yapılmış bir odaydı. Penceresi de yoktu. Dışarıda silah sesleri duyduğu veya havanın kötü olduğu günlerde bir anne karnındaki bebek gibi buraya gizlenirdi. Oradaki kanepede sessizce uyuyakalırdı.

Evinin kapısının açıldığının bile farkında değildi. Bir ara gözlerini hafifçe araladı. Etrafını karanlık buldu. Oysaki gece lambasını yakmıştı. Her halde elektrikler kesilmiştir diyerek gözlerini tekrar kapadı. Nefessiz kaldığını hissetti. Birazdan sabah olacak ve gün ışıkları perdeden süzülerek yüzüne yansıyacaktı. Telefonunun alarmı çaldığında bacaklarını ileriye atarak bütün kaslarını gererek uzunca gerindikten sonra kalkıp mutfağa gidecek ve ardından, geceden hayalini kurduğu sucukları dilimleyecekti. Onları, saldığı kendi yağıyla pişirdikten sonra üstüne kırdığı yumurtayı kaysı halde ocaktan alıp ekmeği bandıra bandıra afiyetle yiyecekti.

Sabahları makyaj faslını pek sevmezdi. Geçen zamana üzülür, sırtında yük taşıyor gibi gelirdi. Banyonun ardından saçlarına bigudi yerleştirip kurutması işkenceden öte gelirdi ona. İşe giderken bakımlı olmak ve süslenmek gerekliliğini de biliyordu.

Hiçbir şey istediği gibi olmadı. Gözlerini bir kez daha açtı. Bir şey göremedi. Sanki Japon yapıştırıcıyla sıkı sıkıya yapıştırılmış haldeki dudaklarını birbirinden ayırmak istedi. Beceremedi. Tek nefes alabildiği burnuydu. Doğrulmak istedi, onu da yapamadı. Gözlerini kırpıp rüyasına geri döndü. Dakikalar önce gördüğü rüyasında, banyoda kuş yavruları oradan oraya uçuşuyordu. Ama farklıydılar. Birçoğunun kanatları gökkuşağı gibi rengârenkti. Bir an kuşlar öylesine büyümüşlerdi ki sanki bir canavara dönüşmüşlerdi. Belli ki kuşların özgürlük arzuları vücutlarına adeta dolmuştu. Banyonun penceresini sonuna kadar açtı. Kocaman kuşlar birbirlerine çarparak hızla dışarı çıkıyorlardı. Rüyasından sıyrılıp “Ben neredeyim?” diye kendine sordu. Uykuda mı, rüyada mı yoksa uyanmış mıydı hiç bilemiyordu.

Arabanın bagajı, uzaydaki karadelik gibi kendisini yutmuştu. İçerisi zemheri gecelerinin ayazı kadar da soğuktu. Titredi, titrerken yutkundu. Yoksa bir mezarın içine mi atılmıştı? Üstündeki ölü toprağı mıydı? Bir ahraz gibi bağırdı. Bağırdıkça minik minik çıkan sesleri ağzındaki banta öldürülen bir sinek gibi yapışıp öylece kalıyordu. Kedi miyavlaması gibi işittiği garip sesler, ne insan sesine ne de bir hayvan sesine benziyordu. Yoksa işittikleri, cehennemin derinliklerinden gelen sesler miydi? Oysaki duyduğu yalnızca uzaktan gelen motorun vızıldayan sesi ve asfalttaki tekerleğin çıkardığı cızırtıydı. Bu sesle uykusu ağırlaşınca gözlerini yumdu. Tekerleğin çıkarttığı vızıltılı ses kesilmiş, araç durmuştu. Bagaj kapağı sert açılınca gözlerini hafifçe araladı. Görebildiği yalnızca ay ışığının yansıttığı cılız aydınlıktı. Teröristlerin yüzünü seçemedi. Birisi ileri geri dokununca ayak parmaklarını oynatmak istedi, yapamadı. Şah damarına dokunan el soğuktu. “Yaşıyor…” sesini duyduğunda bagaj tekrar üstüne tabutun kapağı gibi sertçe örtülmüştü. Tekerleğin sesi ninni gibi geliyordu. Bir iğne ucu kadar delikten sızan ışık bir süre içeriyi belli belirsiz aydınlatıyor, bir süre sonra da kesiliyordu. Karayolunda ilerlediklerini ve bu ışığında arkalarından gelen araçların farı olduğunu anlamıştı. Onlara sesini nasıl duyuracaktı?

İçerisinin havasızlığına bir de bidondan gelen benzin kokusu karışmıştı. Midesi bulandı. Neredeyse kusacaktı. Kusmuş olsa çıkardıklarını dışarıya nasıl bırakacaktı? Hepsinin tekrar midesine geri kaçacağını biliyordu. Boğazına kadar gelen safrayı gerisin geri yutuyordu. Uyumayı düşündü, gözlerini sımsıkı kapadı. Hayallere daldı. Evlerinin arka bahçesindeydi. Babasının tahtadan yaptığı sedire yattı. En sevdiği kiraz ağacı birkaç metre ötesindeydi. Dalgalanan yaprakları arasından süzülen güneş ışığına baktı. Annesi, “Nergis! Kız nerelerdesin?” diyen sesiyle doğruldu. “Burdayım. Arka bahçedeyim Anne!” diye cevap verdi. Annesi, elinde geniş alüminyum leğen, sabun ve büyük bir kovayla yanına yaklaştı. “Kızım kaç gündür banyo yapmıyorsun, soyun!” dediğinde, “Anne ben kocaman kız oldum. Artık komşuların önünde banyo yapmak istemiyorum.” dediğinde annesi, “Şuna da bak hele!” diye bacaklarına şaplak vurarak soyup, gözlerine kaçan sabunlar arasında banyosunu yapmıştı. Annesinin o şakadan vurduğu şaplaklara dudaklarını aralayamadan gülümsedi.

Araç hızla yol alıyordu. Görebildiği o iğne deliği gibi aydınlıkta yok olmuştu. Bilinmeyen bir yöne doğru kaçırıldığını anlamıştı. Kalbi hızla çarpıyordu. Damarları gerilmişti, yağmur sonrası topraktan sıyrılan solucanlar gibi kıvrım kıvrım oynadığını hissetti. Burnundan derin derin nefes almaya çalışsa da içerinin havasızlığından tekrar bayılacak gibi oldu. Ortamın oksijenini tüketmemek için nefes alıp vermesini yavaşlattı.

“Allah’ım nedir bu başıma gelenler? Ben kime ne yaptım?”

Sürekli dua etti. Araç durmuştu. İşittiği iki ses oldu.

“Ağabey ne kadar dolduralım?”

“Fulle” sözcükleriydi.

Bagajın tavanını yumruklayıp pompacıya veya dışarıda kim varsa ona haber vermek istedi ama hiçbir yerini hareket ettiremedi. Ayak ve el bilekleri sancıyordu. Araç, kişneyen bir at gibi bir kez daha hareket etmişti. Gözlerini açmakla kapatmak arasında fark yoktu. Kapatmayı tercih etti. Gözünün önünden yaşantısı film şeridi gibi geçti. Küçüklüğünde İstanbul’daki komşularının kızı Zerrinle birlikte bahçelerindeki ağaçların hemen yanı başında evden getirdikleri çarşaflarla çadır yapıp içine girdiklerinde dünyadan arındıklarını düşünmüşlerdi. Kimsenin onları göremeyeceğini zannetmişlerdi. Bir de elma şekeri geldi aklına. Neler vermezdi şu an onun için.

***

Ah o elma şekerleri nasıl bir şeydi öyle? Gözümün önünden gitmediği ve tadını hayalimde sakladığım o ışıldayan kırmızı elma şekerlerini ilk kez ilçemize gelen panayırda iki çocuk iştahlı yerken görmüştüm. Onlar, elma şekerlerine yumulup ağzı yüzü kırmızılar içinde yalarken ben de kediler gibi boş yere yalanarak yutkunuyordum. Tatlı mı yoksa ekşi miydi? Onu da bilmiyordum. Çocuklar şekeri elmasıyla birlikte neredeyse bitirmişlerdi. Esmer olanına “Bana da kalanını verir misin?” dediğimde burun kıvırıp yalamasına hızla devam etti. Ta ki, elindeki sapta kırmızı şeker kırıntıları kalıncaya dek. Belki onu yemez de atar, diye düşündüm. Yapmadı. Sapını öylesine kemiriyordu ki bir kırıntı bile bırakmayacağı belliydi. Baktım sapta ne elma ne de şekeri kalmıştı. Yere doğru attığı sapı aldım. Toprağın tozu şekerli bölüme yapışmıştı. Bu kez diğer çocuğu kollamaya başladım. Ona da kalan kısmı vermesini istedim. Vermedi. Aksine o da yalamasını hızlandırdı. Bir taraftan da sinsi sinsi gülüyordu.

Tadına meraktan çatlayacaktım. Acaba evimizdeki kesme şekerlerine benzer miydi? ‘Öyle olsa kırmızı olmazdı. Mutlaka farklı bir tadı olmalıydı’ dedim. Aksilik ya, bu kız da elma şekerinin sapında bir kırıntı tanesi bile bırakmamıştı. Yutkuna yutkuna eve geldim. Yutkunduğum bütün tükürüklerim midemi şişirmişti. Aklımdan o kızların yiyişleri hiç gitmedi. Günlerce düşündüm. Hatta geceleri rüyalarıma bile giriyordu. Bir gün sabah uyandığımda annem, “Kızım dudaklarını neden öyle yalar gibi şapırdatıyordun?” dediğinde, anneme olup biteni anlattım. “Ben kızıma hemen alırım.” sözünü verse de unutup gitmişti. Ama elma şekerlerinin nasıl bir şey olduğu o günden beri aklımdan hiç gitmedi. Acaba nerede satılırdı? Onu da bilmiyordum. Satın almak için olağan üstü bir hırsla para biriktiriyordum. Birkaç ay geçmişti ki biriktirebildiklerim epeyce ağırdı. Onları bütünlemek için yanıma aldığımda küçücük bedenimin dengesi bozulmuş bir halde dolmuşun arka pencere kenarına oturdum. Cebime doldurduğum bozukluklar dengemi bile bozmuştu. Dükkânlara bakarak yol alıyorduk ki kırmızı ışıkta durunca bir pastanenin vitrininde tepsinin üstünde öylesine çok elma şekerini görünce şoföre seslendim:

“Durun! Durun! Beni hemen indirin!”

Dolmuştan inip pastaneye koştum. Ama ne koşuştu o. Bozuk paraların ağırlığından şıngır şıngır sesler arasında topallayarak koşuyordum. Pastaneye nefes nefese girdim. Tezgâhta bekleyen amcaya bir şey konuşamadan elma şekerlerini gösterdim. Anlamıştı. Gülümsedi.

“Kızım hele bir nefeslen.”

Tepsiyi önüme getirdi.

“Hangisini istersin?”

Cebimdeki bütün paraları çıkartıp ona verirken,

“Hepsini, hepsini!”

Adam şaşkındı. Ona,

“Amca bu tepsiyi şu masaya koyar mısınız?”

Söylediğimi yaptı. Önce bir tanesini tattım. O hayal ettiğim tat sanki yoktu. Veya ben hüsrana uğramıştım. Belki bu öyledir, diyerek diğer elma şekerlerini bir ısırıklayıp kenara koyuyordum. Etrafta bakanlara bile aldırış etmiyordum. Her ısırıkta hüsrana uğramam devam ediyordu. O tadı bulamayınca hüngür hüngür ağladım. Amca tezgâhından gelip başımı okşadı.

“Neyin var senin kızım?”

Ama hıçkırıklarım bir türlü kesilmiyordu. Bir ara, “Ne biçim elma şekerleri bunlar hayal ettiğim tat değil bunlar!” diyerek hızla dışarı çıktığımda üstümdeki bütün yükleri atmış ve hafiflemiştim.

Ertuğrul Erdoğan

2018 / Bursa

Not:  Bu öyküm “Elma Şekeri” romanımdan derlenmiştir…

Paylaş
Etiketler: diyarbakırJinekolog NergisRoman kahramanıYöresi
Önceki Yazı

Masumların Vedasız Ölümü

Sonraki Yazı

İnsana Güven Kalmadı

Ertuğrul ERDOĞAN

Ertuğrul ERDOĞAN

İlişkili Yazılar

Edebiyat

Miğfere Küçük Yumruk

14 Nisan 2022
5k
Ertuğrul ERDOĞAN

Nare

16 Şubat 2022
5k
Ertuğrul ERDOĞAN

Âdem İle Havva’nın Kemikleri Sızlamaz mı?

01 Şubat 2022
5k
Edebiyat

Âdem İli Havva’nın Kemikleri Sızlamaz mı?

20 Ocak 2022
5k
Sonraki Yazı

İnsana Güven Kalmadı

Yorumlar 1

  1. Mustafa Kemal ÖZGÜRSOY says:
    6 yıl önce

    Hayırlı olsun romanınız. Okurları bol olsun. Bol baskı, bereketli kazançlar getirsin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Trendler
  • Yorumlar
  • En son
Aşık Veysel ve Kara Toprak Türküsü Hikayesi

Aşık Veysel ve Kara Toprak Türküsü Hikayesi

22 Mart 2019
Ayak Tabanına Veya Göğüse Vicks Sürmenin Faydası Yok

Ayak Tabanına Veya Göğüse Vicks Sürmenin Faydası Yok

24 Ocak 2016

Yok Saymak

28 Mart 2020

Yıldızname Baktırmak Günah mı…Günah…

09 Haziran 2022

Keltepen’in Taşları /Şu Akkuşun Gürgenleri

18 Nisan 2020
Göyçe Zengezur Türk Cumhuriyeti

Göyçe Zengezur Türk Cumhuriyeti

21 Eylül 2022

Tüketicilerin Süt Tozu Dilekçeleri!

97

Fethullah Gülen’e 19 Soru

72

Ayasofya Açılsın Zincirler Kırılsın

70

İslâm Dışı Bir Uygulama: Çocuk Sünneti…

45

Gıda Mühendislerinin Petek Ataman’a Çağrısı

40

Şarkı Sözü Alan Var mı?

39
Bebeğim

Bebeğim

06 Aralık 2025
Güvenlik Görevlisi

Güvenlik Görevlisi

06 Aralık 2025
Aklımda Bir Ses Var

Aklımda Bir Ses Var

06 Aralık 2025
Türkiye’nin Ortak Geleceği: Birlik, Kimlik ve Toplumsal Dayanıklılık Üzerine Kapsamlı Bir Düşünüş

Türkiye’nin Ortak Geleceği: Birlik, Kimlik ve Toplumsal Dayanıklılık Üzerine Kapsamlı Bir Düşünüş

05 Aralık 2025
Nasıl Bir Toplum Olduk. Birinin Ak Dediğine Diğeri Kara Diyor

Nasıl Bir Toplum Olduk. Birinin Ak Dediğine Diğeri Kara Diyor

05 Aralık 2025
Ve Bilirsin

Ve Bilirsin

05 Aralık 2025

Köşe Yazarları

Türkiye Deprem Haritası

 

Ayın Sözü

Lütfen Duyarlı Olalım!

de, da vb. bağlaçlar ayrı yazılır.

Cümle bitişinde noktalama yapılır. Boşluk bırakılır, yeni cümleye büyük harfle başlanır.

Dilimiz kadar, edebiyatımıza da özen gösterelim.

Arşiv

Sosyal Medya’da Biz

  • Facebook
  • İnstagram
  • Twitter

Entelektüel Künyemiz!

Online Bilgi İletişim, Sanat ve Medya Hizmetleri, (ICAM | Information, Communication, Art and Media Network) Bilgiağı Yayın Grubu bileşeni YAZAR PORTAL, her gün yenilenen güncel yayınıyla birbirinden değerli köşe yazarlarının özgün makalelerini Türk ve dünya kültür mirasına sunmaktan gurur duyar.

Yazar Portal, günlük, çevrimiçi (interaktif) Köşe Yazarı Gazetesi, basın meslek ilkelerini ve genel yayın etik ilkelerini kabul eder.

Yayın Kurulu

Kent Akademisi Dergisi

Kent Akademisi | Kent Kültürü ve Yönetimi Dergisi
Urban Academy | Journal of Urban Culture and Management

Ayın Kitabı

Yazarlarımızdan, Nevin KILIÇ’ın,

Katilini Doğuran Aşklar söz akıntısını öz akıntısı haliyle şiire yansıtan güzel bir eser. Yazarımızı eserinden dolayı kutluyoruz.

Gazetemiz TİGAD Üyesidir

YAZAR PORTAL

JENAS

Journal of Environmental and Natural Search

Yayın Referans Lisansı

Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial-NoDerivatives 4.0 International License.

Bilim & Teknoloji

Eğitim & Kültür

Genel Eğitim

Kişisel Gelişim

Çocuk Gelişimi

Anı & Günce

Spor

Kitap İncelemesi

Film & Sinema Eleştirisi

Gezi Yazısı

Öykü Tefrikaları

Roman Tefrikaları

Röportaj

Medya

Edebiyat & Sanat

Sağlık & Beslenme

Ekonomi & Finans

Siyaset & Politika

Genç Kalemler

Magazin

Şiir

Künye

Köşe Yazarları

Yazar Müracatı

Yazar Girişi

Yazar Olma Dilekçesi

Yayın İlkeleri

Yayın Grubumuz

Misyon

Logo

Reklam Tarifesi

Gizlilik Politikası

İletişim

E-Posta

Üye Ol

BİLGİ, İLETİŞİM, SANAT ve MEDYA HİZMETLERİ YAYIN GRUBU

 INFORMATION, COMMUNICATION, ART and MEDIA PUBLISHING GROUP

© ICAM Publishing

Gazetemiz www.yazarportal.com, (Yazarportal) basın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir.
Yazıların tüm hukuksal hakları yazarlarına aittir. Yazarlarımızın izni olmaksızın, yazılar, hiç bir yerde kaynak gösterilmeksizin kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz.

Sonuç yok
Tüm sonuçları gör
  • Ana Sayfa
  • Köşe Yazarları
  • Künye
  • Yayın İlkeleri
  • Yazar Müracaatı
  • Kurumsal
    • Misyon
    • Yayın Grubumuz
    • Logo
    • Reklam Tarifesi
  • Yazar Girişi
  • E-Posta

© 2008 - 2021 Yazar Portal | Türkiye Interaktif Köşe Yazarı Gazetesi

Yeniden Hoşgeldin

Aşağıdan hesabınıza giriş yapın

Şifrenimi unuttun?

Parolanızı alın

Şifrenizi sıfırlamak için lütfen kullanıcı adınızı veya e-posta adresinizi girin.

Giriş yap