Odukça zeki ama ele avuca sığmaz bir öğrencim vardı, bir anadolu lisesinde görevliyken.
Taklitler yapar, zurna çalıyormuşçasına müzikal sesler çıkarır, kara kuru yüzü ışıl ışıl kara gözleriyle hep güler, beş dakika yerinde vukuatsız duramazdı.
Öyledir, insanın kafasında kavak yellerinin estiği lise yılları.
Vardı böyle birkaç öğrencim daha, tiyatral yetenekleri çok fazla, komedyen olsalar Türkiye’yi sallayacaklar ama belki aile baskısı belki gözde mesleklere olan özenti o komedyen yetenekli çoçukları fen bölümü okumaya zorlamıştır hep.
İşte Utku da böyle çocuklardan biriydi.
Sıkı fen ve matematik derslerinden çıkmış bu öğrenciler saygı ve sevgi çerçevesinde sözel derslerde biraz relaks olmak isterler, biz de mümkün olduğunca hoşgörür, kısa yarenlikler ederdik onlarla .
Utku, dersten önce mutlaka kısa bir zurna resitali dinletir, öyle başlardık derse.
O dönem Edebiyat dersleri ve Kompozisyon dersleri ayrı yapılıyordu.
Kompozisyon dersi sınavlarında her öğrenciden bir veciz söz ister, birinci derste bu sözleri tahtaya yazdırır, ikinci derste seçtikleri veciz sözü açıklamalarını isterdim.
Statikocu öğretmen ve idareciler ‘Şükran hoca öğrencileri tenefüse çıkarıyor, sonra sınav yapıyor’ der dururlardı. Kimin umrunda.
Birçok ağır derslerle okulda ve dersanelerde test çözmekten, deneme sınavlarında ter dökmekten bunalan bu gençlere edebiyatı sevdirmeye ant içmişiz ya. Zaten öncesinde çok kitap okumayan bir genç bir sözü açıklamayı on dakikalık bir arada mı öğrenecektir, geçiniz.
Neyse, Utkumuz bir kompozisyon sınavında açmış bir hikayenin bir bölümünü kitaptan olduğu gibi yazmış. Tabi cinlik yapmış öykünün adını yazmamış. Kağıdın iki yüzünü de doldurmuş, yazısı ve imlası da düzgün.
Cahillik bu ya işte başa bela, herhalde sınav kağıtlarını baştan sona okumuyoruz sanmış.
Oysa her sınav kağıdının her satırı cevap anahtarıyla okunur ve öyle değerlendirilir.
Sayısal derslerin sınav kağıtlarını okumak dikkat istese de nispeten daha kolaydır. En zoru Edebiyat sınav kağıtlarının okunmasıdır, çünkü herkesin üslubu, doğru cevabı farklı farklı sözcüklerledir. Çok sessiz bir ortamda dikkatli okumak gerekir. Bazen sınav kağıtlarını Milli Kütüphane’ye gidip okumak istediğimi hatırlıyorum.
Daha sonraları uzun köklü, kısa cevaplı sorular geliştirerek bir nebze çözmüştüm sorunu.
Gelelim Utku’ya. Kompozisyon kağıdını okuyunca bu sefer bozmayım çocuğu ikinci sınavda bakarım dedim.
Dönemin ikinci sınavı da geldi çattı. Kağıtları okuyorum, sıra Uyku’nun kağıdında.
Köftehor, bu sefer de Sait Faik’in Dülger Balığının Ölümü hikâyesini olduğu gibi yazmış, doldurmuş kağıdın iki yüzünü inci gibi yazısıyla. Tabi kurnaz ya yine öykünün adını yazmamış.
Sınav kağıtlarının notunu verdikten sonra öğrencilere kağıtlarını dağıtmak prensibimdir.
Dağıttım kağıtları, Uyku’ya dedim ki:
Bak oğlum, sen Sait Faik’in Dülger Balığının Ölümü öyküsünü olduğu gibi yazmışsın kitaptan, sana not vermem, oysa sen akıllı ve anlatımı zengin bir çocuksun, neden kendin yazmadın öyküyü?, dedim.
Kara gözlerindeki pırıltılı bir zekayla hayretle baktı ve ne dese beğenirsiniz? ‘anam, hocam siz her yazarın hikâyesini biliyor musunuz?’ dedi.
Edebiyatımızın tanınmış yazarlarını ve bazı eserlerini bilirim tabi, bunlar bize Türk Dili Edebiyatı Öğretmenliği eğitiminde ‘Yeni Türk Edebiyatı’ dersi olarak okutuldu, dedim.
Aaa, bilmiyordum hocam, dedi. Ben de yaa, öğrenmiş oldun, dedim.
Sınav kağıdın geçersiz, seni tekrar sınav yapacağım, dedim.
Bir sonraki ders, zıpır ‘Dülger Balığının Pişmesi’
diye bir öykü yazdı ki Sait Faik’in öyküsüne taş çıkartır.
Balığın, avlanmasını, temizlenmesini, kızgın tavada cız cız diye sesler çıkararak nar gibi kızararak pişmesini, sofraya gelmesini balığın dilinden öyle böyle güzel anlatmamış köftehor.
Dersinin notunu, hayatının da dersini almış olmuştu bizim Karaoğlan.
İşte öyle otuz üç yıl nicelerini sabırla koruk helvası ettik biz bu gençlerin.
Bilgi artık bir tıkla herkesin yanında ama ‘öğretme sabrı’ herkeste olamaz canım.
Öykü çok bizde, bakarsınız yazarız yine.
Şükran Uçkaç Yargı Sazsızozan
15 temmuz 2025























