Masa üzerindeki kâğıtlar, dolmakalemden dökülen inci hâlindeki harflerin ve rakamların dizilmesini bekliyordu.
İnci gibi dizilecekti harfler, çarpılacaktı rakamlar. Kâğıt üzerinde bir ahenk oluşacaktı. Düşünceli ve durgundu fakat mutluydu. Bu durgunluk mürekkebin alacağı dizileri akla getiriyordu.
Kardeşim için hiçbir hediye dolmakalem kadar güzel olamazdı. Dolmakalem ruhuna bir heyecan katmış, hemen masanın başına geçmişti. Masa, kâğıt ve dolmakalem. Dolmakalemin mavi altın suyu. Perde açıldığında belli ki, altın suyundan inciler izleyeceğiz. İnci gibi düşen harfler ve kelimelerin seyri cümlelerde son bulacaktı. Temkinli ve sakin bir el becerisi gerekliydi.
Bir iki cümle kâğıt için yeterli. İstediğin yere as gelecek adına.
Cenk meydanında zafer kutlanacak, çiçek demetleri arasında havaya kalktı kâğıt, üzerinde inciler parladı. İnciler bir destandı, satırlar arasında. Derenin denize döküldüğü yer görüntülendi incilerden oluşan kompozisyonda. O kompozisyon akarsu gibiydi, deryada durulacaktı.
Dolmakalem bir arayışın hikâyesinde, gerçek bir değerdi.
Dolmakalem yalnız mavi inciler dağıtırken çıkardı kabından. Elimize almak istesek vermezdi. Yazısının güzelliğini görürsünüz derdi. Kalemin ucu kâğıda değdiğinde nerde ise sevinç çığlıkları atacaktı. Yazı stilim bir düşüncenin ve bir duygunun özüdür diyordu.
Yazmadığında kalemi iyice temizler ve öyle saklardı.
En son yazısını çerçeveletti ve resim atölyesine astı. Ressam arkadaşının da son bahar resimleri atölyenin duvarında buldu kendini. Yazı ve resim tabloları duvarı süslüyordu. Son sınıf öğrencileri olarak tablolara çok emek vermişlerdi. Bu başarının ömür boyu devam etmesini dilemişti öğretmenleri.
Dolmakalem belki miadını doldurmuştu fakat kutusunda ilk gün ki gibi yazmaya hazır duruyordu.
Aynı dönem mezunları tam otuz yıl sonra öğretmen okulunda buluşmak üzere sözleştiler. Yalnız tertip heyeti, yazı, resim, matematik ve fen birincilerine kabiliyetlerini ölçen sorular sorulacağını bildirmişler ve hazırlıklı gelmelerini istemişlerdi. Örneğin kardeşime dolmakalemin yazacak durumda olsun demişlerdi.
Mezuniyet törenine denk gelen günde okulun parkında emekli öğretmenler toplandı. Oluşan heyecan kelimelerle anlatılamazdı. Masalar kuruldu, konuşmalar yapıldı. Günün sürpriz programına geçildi. Yazı ve resim için en iyileri yazmaya ve resim yapmaya davet ettiler. Matematik ve fen için okul birincilerine sorular hazırladılar.
Yarışma büyük bir ilgiyle izlendi.
Sürenin bitişinden sonra yarışmacılara söz hakkı verdiler. İlk sözü yazısı hâlâ resim atölyesinde olan kardeşim aldı. Kardeşim; kalem ve boya gibi malzemeler aynı veya daha güzel ama parmaklardan size haber vermek isterim, dedi.
Dolmakalemle altın suyunu kâğıda döktüren parmaklar. Şimdi o parmaklar tırpanla çayırı kenara döktürüyor. Salkım domatesleri, patatesi, soğanı ve patlıcanı koparıyor. Parmaklar, fındık ayıklarken, ağaç budarken ve tarla biçerken kesici aletleri kullanıyor. Parmaklar o ince ve narin parmaklar, meyve topluyor, toprakla uğraşıyor ve sebze bağlıyor.
İnce, nazik ve kabiliyeti yönünde öğretmenlerinin gözetiminde çalıştırılmış parmaklar.
Kardeşimin konuşmasından sonra yarışmaya katılan arkadaşların kâğıtları toplandı. Yine bir sürpriz son sınıfta yaptıkları ve atölyede asılan tablolarıyla karşılaştırıldı.
Heyecan yerini alkışa bıraktı. Yazı ve resimler arasındaki fark, emekliliğin ve tekrar etmemenin insana neler kaybettirdiğini gözler önüne sermiş oldu. Yeni tablosunda atölyeden gelen tablodaki derinlik ile akıcılık kaybolmuş, hissedilmeyen sönmüş bir ruh kalmıştı.
Kabiliyetler ölmüyor ama çalışmaya tabii tutulmazsa külleniyor.
İşleyen demir pas tutmaz.
Hasan TANRIVERDİ