Dalın çektiği yapraklarındandı. Yapraklar, bir şeyler üretiyoruz diye şımarmış, keyfi davranışlar sergiliyordu. Dal, köklerin aldığı su ve madensel tuzu, ona ulaştırıp beslenmesini sağlıyordu.
Yapraklar, çocuk gibi su ve tuzunu bekliyordu. Dal, yaprakları taşıdığı yetmediği gibi ayrıca onları koruyacaktı. Fakat yapraklar, hiçbir şey düşünmeyecekti. Dalın çektiğini önemsemeyecek, rüzgârla oynaşıp sallanacaktı. Kuşlara yuva yaptıracak fakat buna karşılık, gövdeden ayrılma durumuna geldiğinin hesabını yapmayacaktı.
Dalı, yapraklar eğiyor ve zarar veriyordu. Bir tutam yaprak, neşeli ve mutluyken, dal dertliydi. Rüzgârla oynaşmasından ve kuşlara gösterdiği samimiyetten. Bu başa buyruk, aldırmama ve hissetmeme ne kadar daha sürecekti. Çünkü dal, hayat damarlarını kaybetmek ve buna bağlı olarak gövdeyle bağını kopartmak üzereydi. Belki de kopmaya ramak kalmıştı.
Bir tutam yaprak, esintiyi sallamıyor, artan esintiye de aldırış etmiyordu. Dal tehlikeli sarsılıyor, bir beklentisi olmasa da gövdeyi uyarıyordu. Dal, dayanma gücünü kaybederken, ciddi problem yaşıyordu. Yaprakların “Rengimi değiştirdiğimde, toprağı kucaklarım.” Anlayışı dalda vücut bulamazdı. Çünkü dal, gövdeyle birlik kurmuş, ana yapıya aitti. Böyle olduğu hâlde, dal, mikrop kapmış göz gibi işlevsiz kalıyordu. Gövdenin “Kalan dallar yeterlidir.” Diye tehlikeye aldırmayışı da onu üzüyordu. Dalın kendi problemini çözmesi gerekiyordu. Yaprakları üzerinden atsa, rüzgâra ve kuşa boyun eğmeseydi.
Dal, yaprağa aldırmasa da iç aleminde değişimler çoktan başlamıştı. Sevgi ve mutluluğu yara almaya başlamıştı. Üzerinde yuva yapan kuşlar da uçmuş, yuvalar yıkılmış ve yumurtalar bozulmuştu. Yaprağın karşısına engeller çıkmıştı. Hayalleri söndü, rüyaları sislendi. Yapraklar, farkındaydı görev yapamaz hâle geldiğinin sesi kesilmişti. Kır çiçeklerine eğildi baktı, mor menekşeye el salladı. Bir tutam yaprak kalmıştı oyunda oynaşında. Yapraklar solmaya başlasa da habersizdi dalın düştüğü durumdan. Alması gereken tedbirleri almıyor, dalının çatırdamasına rağmen rüzgâra ayak uydurmuş sallanıyordu.
Asıl olan güvensizliğin oluşturduğu umutsuz bekleyişti. Bir tutam yaprağı bırakmış, gövdeden beklentisi büyüktü. Gövde hiçbir düzenlemeyi yapmıyordu. Dalın sevgi hissi kaybolmuş, boş ver bu da geçer edebiyatı yapıyordu. Edebiyatına rağmen, gövdeye olan güveninden mahrum kalmıştı. Güven kalmayınca düzenleme yapılmıyordu. Düzenleme yapılmaması ise, dalın gövdeden ayrılması hikâyesinin doğrulanması demekti.
Hayatla giriştiği mücadeleyi kaybeden dal, büyük bir savaşla sonucu belirlemeye kararlıydı. Yapraklardan gelen ışık, sisten çıkmış gibi sönük ve titrek bir hâl almıştı. Yapraklar tam olarak yerinde olsaydı, ışığın salınması gerçekleşmezdi.
Çaresizlik içerisinde kıvranan dal, gövdeden ayrılmak üzereydi. Kendine sağlamlık veren dış örtüsü iki yerinden çatlamıştı. Yapraklar birlikte oynaşsa da dal ile aynı kaderi paylaşacaktı. “Çıkmayan canda umut var.” Misali yaprakların bir beklentisi devam ediyordu. Hiç olmasa hemen değil diyorlardı.
Dal, yaprakla birlikte, özlemini çekiyordu geçen baharın. Açılmışlardı, çevreye kır çiçekleri ile arkadaş olmuşlardı. Yapraklar arasında, çiçekler kadar güzel, çiçekler kadar renkli tatlı meyveler oluşmuştu. Heybetli bir görüntü, yeşillik ve güzel renkler kaplamıştı otların üzerini.
Artık meçhule giden bir gemi kalkıyordu limandan, dal ve yapraklar, mor menekşeleri kucaklayacağı için, kırılsam da gam yemem diyordu.
Bir tutam yaprakların hiçbiri dökülmeksizin birlikte mor menekşeyle birlik olacaktı. Açmayacaktı çiçekler, yaprağın yeşilliğine renk katmayacaktı.
Bahçenin meyve ağacı, gür yaprak örtüsü ve güzel çiçekleriyle heybetli dalı olmak buraya kadarmış.
Heybetli dal, bir tutam yaprak ile mor menekşelerin yanına uzandı.





















