Giyin, giyin… Süslen, süslen… Gözlerine sürme çek… En seksi sen bak… Hatta ayna karşısında biraz çalış… Dudaklarını kalınlaştırıp ön plana çıkarma hileleri… Hımmm şu kıpkırmızı ruju sür ki, isteklerini kıran olmasın… Biraz dekolte… Yok yok en iyisi kapan, kapan ama kapanırken de yüzünü, gözünü öyle bir boya ki tüm dikkatlari üstüne çek… Ya da biraz açıl biraz kapan… Şuh kahkahalar at, konuşurken sesini öyle bir tonla ki adam mest olsun… Gözlerinin içine bakmayı da unutma… Saçlar, saçlar mı illa ki sarı olacak, tenin esmermiş, kendi saç tonun sana çok yakışıyormuş boş ver. Hem filmi de yok mu “Erkekler Sarışın Sever” diye. Sen küçük kız, aynen kadınlar gibi giyin ki kadın olduğun zaman ne giyeceğini şaşır… Küçücük yaşta makyaja, fondötene, kaşına, gözüne dal ki, hayatını bunlardan ibaret say. Aman sakın arkadaşlarınla çıkıp, gezme, onlarla rakip ol, kim sana daha çok bakıyor, skor kimde yarış. Bu işlere o kadar erken başla ki, ilerleyen yaşların bu alışkanlıkla geçsin başka ne yapacağını şaşır, kişisel gelişimmiş, yol gösteren kitaplarmış, insanlarmış, iç huzurunu bulduracak kurslarmış dolan dur…
Bütün bunları dün oğlumla sinemaya gittiğimde bir kez daha aklımdan geçirdim. Hemen ön çaprazımda oturan saçlarını açık sarıya boyamış, aşırı makyajlı, aşırı dekolte giyimli ve aşırı kahkahalı kadının haline bakarken bir kez daha düşündüm. Kadın sürekli filmden kareler kaydedip kah Facebook’ta kah Whatsapp’ta paylaşıyordu ikide bir dudaklarını büze büze çektiği selfielerle birlikte. Telefonun kör edici ışığıyla aşırı derecede haşır neşir olduğum için filmin sanırım 15. dakikasında artık uyarmak zorunda kaldım. Bana n’olmuş paylaşım yapıyorum dedi. Sonra deli kahkahalarla yanındaki adama sarılıp, adamın göğsünü okşamaya başladı. Sonra film boyunca bacağını kah öndeki sıraya kah adama uzatarak ve hiç gerekmeyen yerlerde son ses kahkaha atarak filmi bitirdi. Şimdi çok mutluydu çünkü çok şuhtu, gereken gerekmeyen her yerde salonu çınlatan kahkahalarını herkese defalarca duyurmuştu, bacağını sağa sola uzatarak çekiciliğini, aşırı makyaj ve giyim tarzıyla güzelliğini, salondaki başka insanları özellikle de bir hemcinsini rahatsız ederek zekasını (çünkü böyle şeyler alt kültür için bir zeka ve kurnazlık göstergesi) hatta durun belki de adamı sık sık okşayarak ne kadar kıskanılacak bir kadın olduğunu doya doya ispatlamıştı.
Bense gerçekten kötü olmuştum, çünkü hiç bir kadını bu kadar düşmüş görmek istemiyordum. Kadın adı üstünde ya, kadın. Kadının bir zarafet abidesi olması, bir değerler bütünü olması gerekmez mi? O sadece kendini temsil etmez ki, o duruşuyla tüm toplumu etkileyebilecek yegane canlıdır bence. Cehaletin tüm korkusu kadındır, çünkü kadın öğrenirse öğretir, sözünü çok severim ben. Kadın öğrenirse eşine de öğretir, anne babasına da, yetiştirdiği çocuklara da, tüm topluma da… Kadının bilinçli, açık zihinli, kendine güvenli olduğu toplumlara bir bakın, bir de kadını her ne şekilde olursa olsun değersizleştiren toplumlara… Değersizleştirme deyince sadece eve kapatılan, eğitilmeyen, geleneklerle, parayla ya da berdelle satılan, kısıtlanan, hak tanınmayan kadınlardan bahsetmiyorum. Bence bizim toplumumuz için en tehlikesi düşünemeyen, ya kadın olmayı sadece cinsel bir obje olmakla bir tutan, şen kahkaha, bir kaç aşırı davranışla özdeşleştiren ya da yine hiç düşünmeden iktidar sahibi ne derse onu tartışmasız kendine ilke edinen kadınlardan bahsediyorum. Buradaki iktidar bağımlı olduğu parti, grup, lider, eş, sevgili her şey olabilir.
Bu bağımlılık o hale gelebiliyor ki, insanlar öldürülürken, tecavüze uğrarken, vahşetin 50 tonunu yaşayabilir ya da yaşatabilirken olaylara tamamen kör ya da sağır olabiliyorlar. Hatta bazen keşke gerçekten kör ve sağır olsalar da, yaptıkları yorumlar, attıkları tweetlerle dünyayı bu kadar kirletemeseler diye düşünürüm…
Keşke kadın olmanın değerini bilseler de, televizyonlardaki bomboş programlarla uyutulmasalar. Ekranlar, zaten toplumu ve kadını yozlaştırmak için o kadar gayret gösteriyor ki… Eskiden ekrana çıkmak büyük olaydı, belirli bir niteliğin olmadıkça ekrana çıkamazdın, şimdi yoldan topladıkları herkesi sürüveriyorlar ekrana, stiller, tartışmalar, evlilik programları hepsinin amacı belli, beyinleri boşaltıp, istedikleri jelleşmiş sıvılarla doldurmak.
Bir duruşunuz olursa kimse sizi istemez, sürünün dışına çıkarsanız herkes sizi eleştirir bu yüzden de sürünün içinde kalın, göze batmayın rahat edersiniz derler. Çokları buna inandığı daha çokları ise, bir sürüde olduğunu bile algılayamadığı için, farkında bile olmadan ömrünü tüketir gider. Ama ah işte ama tüm toplum bilirse, duruş sahibi olursa, o zaman işte insanlar sürü gibi değil de insan gibi yönetilirler, toplum da ilerler, erkekler de kadınlar da…
Ama buna izin verilmez. Geçen yıllarda Sebahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı ne güzel açıkladı. Dedi ki,” Cahil, okumamış, tahsilsiz halkın ferasetine güveniyorum” . Gerçekten kendini yetiştirmiş, bilinçli akılla hareket eden insanlar zaten otoritenin pek de hoşlandığı insanlar olmamıştır hiç bir zaman. İtaat bizim kültürümüzde var ve özellikle de kadınlardan bekleniyor. Kadınlar da ya itaat ettikleri şeyin ya da kişinin fikri kölesi oluyor ya da kendini sadece cinsel obje olarak ileri atıp, güzelim beynini kurnazlık ve cehalet dışında hiç kullanmadan sıfır kilometrede bırakıyor.
Keşke kadınlarımız bu kadar ortaya düşmüş olmasaydı. Bu kadar kolay ulaşılır ve bu kadar kolay kullanılır olmasaydı… Aslında ne kadar özel ve değerli olduklarını bilselerdi. Keşke bunları hissettirebilecek erkeklere ve dürüstlüğe sahip olabilseydik. Keşke erkekler, bir kadının ruhuna dokunabilmenin o kadın için, o kadının hayatındaki herkes için ne kadar değerli olabileceğini anlayabilselerdi. Bu kadar ikiyüzlü bu kadar yalan yaşamasalardı. Kadını elde etmek için her yol her yalan mubah demeselerdi. Bazı masum kadınları da birer canavara ya da içi kan ağlarken gülmeye, seksi olmaya çalışan kimselere dönüştürmeselerdi.
Siz bayım ve siz bayan kötülüğünüz tüm topluma…
(Aklı başında, doğru düzgün kadınlar konu dışıdır)