Sandığının önüne “cila mı boya mı?” yazılı bir tabela yaslıydı. Cila mı boya mı sloganını gelip geçene de söylerdi. Buyurun, cila mı boya mı? derdi. Sandığına yakın yürüyene, sloganını tekrar ederdi. Ayaklarına atılır ve cila mı, boya mı, derdi.
Kaldırımda yürüyenlere, teşhisi koyardı. Ayakkabılarını yenileyeceği vaadinde bulunurdu. İşi öyle gerektiriyor diye, konuşuyor ve insanlara yakın duruyordu.
Her defasında sandalyeyi siler ve müşterinin ayağını sandığın üzerine oturturdu. Boyacının davranışından ve çok konuşmasından hoşlanmazdım. Ta ki Kardeşimin boyacının, arkadaşımızın oğlu olduğunu söyleyene kadar. Gerçi Kardeşim çocuğun okumamasına kızıyordu ama yapacağı bir şey yoktu. Çocuk pişman olsa da iş işten geçmişti.
Ayakkabılarım üzerinde işlem yapmaya başlamıştı. Kendimi esaret altında hissediyordum. Çünkü bu tür hareketleri sevimsiz buluyordum. Boyacı eğilmiş, toz alma ve çamur varsa silme işlemini yapıyordu. Limon kullanıyordu. Kardeşim, limon da her yere maydanoz, dedi.
Siyah boyayı sürmeye başladı. Fırçaları da farklıydı. Araları daha küçük fırçayla alıyor, en uç kısmına dahi boyanın girmesini sağlıyordu. Yandan gelen köftecinin dumanı, çocukluktaki köfte iştahımı kabarttı.
Boyacıya yarım mı yoksa çeyrek mi yiyelim. Karşı koydu, istemedi. Kesinlikle yiyeceğiz de nasıl olsun diye sordum. Yarım dedi ve parasını verdim ve üç tane yarım ısmarladım.
Köfteleri yedikten sonra, boyamaya devam etti. İşini davranışından sevdiği belliydi. Sloganı da güzeldi. Çalışması ilgimi çekti, lostra salonu açmayı düşündün mü? Diye sordum.
Kiraların yüksek olduğunu, tutmuş olsam, başaramam, dedi.
Konuşmamızı dinleyen, meyve satıcısına, hepimize birer tane muz verir misin? Dedim.
Kendinden emindi, fırçaları değiştiriyor ve konuşmaya devam ediyordu. Normal boylu ve zayıf tipteydi. Yüzü dışarıda durmanın verdiği sert bir görünüm almıştı. Ellerinde boya birikimi yoktu. Temiz çalışıyordu.
Genç yaşta saçları iyice kaçmıştı. Başındaki kasketi yanına asmıştı. Gözlerinin içi parlıyordu. Ben yaparım, der gibiydi. Çevreden gelen seslere cevap veriyordu. Her konuşan seni ilgilendirmesin. Yapamıyorum, içim daralıyor, lafların altında kalıyorum, diye algılıyorum.
Sizi burada ilk görüyorum, dedi. Güler yüzü, güçlü bir ruh haline sahip olduğunu göstererek. Ayakkabıya son rötuşunu da attı ve geçmiş olsun, dedi.
Ona yüz lira verdim, parayı bozmak için kalktı. Otur üzeri kalsın. Başını kaldırdı ve güldü sevindi, çok teşekkür etti. Yüzünde gülümseme hiç gitmeyecekmiş gibiydi.
Ayakkabılarım sanki canlandı, eline sağlık, dedim. Boyacının neşesine ortak oldum. Burada olduğum sürece görüşürüz. Hep böyle düzgün çalışmanı isterim. Boyacı, işimi severek yaparım, çünkü bu işten ailemi geçindiriyorum, dedi.
Elini salladı çaylar geldi. Boyacıya doğru eğildim ve okumadığına üzüldüm, dedim. Başını kaldırdı ve sizi tanımak istiyorum, dedi. Şimdi tanıtacağım. Arkadaşım izne gelirken, elim bir trafik kazasında vefat etmişti. Üzücü olay üç yetim bırakmıştı.
Yutkundum ve Atatürk heykelinin yanında babanla çektirdiğimiz fotoğrafa bakar mısın? Dedim. Değerli öğretmen arkadaşımızdı. Neşe dolu bir yaşantısıyla herkese örnekti. Onun yanında hep gülecektin. Boyacının gözleri yaşardı. Seni hüzünlendirdim, kusura bakma.
Onu, sloganıyla baş başa bıraktım.
Ayrılırken, ağlamaktan güle güle diyemedi.
Boyacı genci bana Kardeşim tanıtmıştı.
Hasan TANRIVERDİ