Küçük kızın en sevdiği şey, annesinin ceviz konsolunun çekmecelerini karıştırmak ve ordaki dünyayı keşfetmekti.
Dört çekmeceliydi, üzerinde de kocaman ceviz çerçeveli bir ayna vardı bu konsolun.
Küçük kız yastıklara ya da açılır kapanır ceviz iskemleye basmazsa göremiyordu aynada kendisini.
Koskocaman bir dünyaydı ceviz konsol küçük kız için. Gelelim ceviz konsolun çekmecelerinin içindeki dünyaya.
Alttaki çekmecelerde giysi ve havlular olurdu hep mis gibi sabun kokan. En üst bölüm iki ayrı çekmecen oluşuyordu. Neler neler yoktu bu kilitli çekmecelerdeki kutularda.
Pembe kapaklı bir kutuda eğri büğrü bir takım bitkiler vardı. Merakla sorardı küçük kız annesine:
-Bunlar ne anne?
-Onlar mı? Baharat onlar.
-Şunun adı ne?
– Bak bu çubuk olan tarçın, şu Hindistan cevizi muskat, şunlar karanfil, bunlar karabiber, şu da yedi türlü bahar bu da haşhaş.
Küçük kız hepsini tek tek inceler, koklar bazen de azıcık ağzına alıp tadına bakardı baharatların.
Kokuları çok hoşuna giderdi, ne işe yaradıklarını merak ederdi.
Yusuf Dedesinin hacıdan getirdiği üzeri işli bir gümüş su bardağı vardı, hastalanınca annesi onunla su içirirdi.
Metal yuvarlak, üst kapağı kaydırılınca iki delik açılan bir kutunun içinde de pamuğun bandırıldığı o çok fantastik ve değişik kokulu hacı yağı kokusu.
Tabi en önemlisi de gözünün birini kapatıp diğer gözünle merceğinden bakarken altına basınca içindeki Kabe, Hacerül Esved, Mekke, Medine resimlerinin değişerek geçtiği küçük yeşil kutucuk, küçük kız buna günlerce defalarca bakar, sevdiği birisi gelince de çıkarır bakıtırdı.
Beyaz dantel gibi oygulu bir başka kutuda Nasiphan Halasının İstanbul’dan annesine getirdiği çok güzel kokan yüze sürülünce de insanın yüzünü süt rengi mermer gibi bembeyaz yapan bir kutu krem vardı. Küçük kız bu kremi yüzüne sürmeyi çok seviyordu çünkü kızın yüzündeki çilleri yok ediyordu sürünce bu krem. Ama annesi her zaman sürmesine izin vermiyordu yüzüne bu kremi:
-Bitirirsin sonra ha bu kremden burada yok, büyüyünce sürersin bu büyükler için, öteki çekmecede Havillant kremi var onu sür yüzüne, diyordu ama küçük kız Havillant kremin kokusunu hiç sevmiyordu.
Arkadaşları onu:
-Çilli çilli, diye kızdırdıklarında beyazlatan kremden kocaman bir kutu kremi olmasını isterdi hep devamlı sürünmek bütün çillerini kapatmak için küçük kız.
Hem öyle güzel kokuyordu ki krem ama küçük kız da kremin bitmesinden çok kokuyordu, çoğu günler koklayıp bırakıyordu. Bazen dayısının kızı gelince de annesinin kıpkırmızı gelinlik rujunu sürüyorlardı konsolun çekmecesindeki beyaz kutudan çıkarıp. İkisi de dudaklarını kıpkırmızı boyuyorlar evcilik, misafircilik oynuyorlar sonra oyunları bitince siliyorlardı dudaklarını ama çıkmıyordu ruj yeterince, her seferinde de annesinden azar işitiyorlardı. Annesi onlara:
-Karıştırmayın konsolun çekmecesini, kapatın kilitleyin, bırakın onları büyüyünce sürersiniz diyordu.
Ama küçük kız ve yeğeni ilk fırsatta yine yapıyorlardı bu çok sevdikleri işi. Küçük kız yeğeninin evine gidince de onun annesinin, mutfaktaki yeşil boyalı tel dolabın üst çekmecesindeki pespembe gelinlik rujunu sürüveriyorlardı dudaklarına.
Yine uyarılıyorlar, yine sürmedik diyorlardı, ısrarla pespembe dudaklarını büzerek.
Sonra annesinin kenarları taşlarla süslü taraklı tokaları vardı, küçük kız bunlarla saçlarını topuz yapmayı ve toplamayı çok severdi, büyüyünce bile kullandı bu taraklı tokaları.
Başka bir kutuda önce kitap sandığı küçük bir Kur’anı kerim vardı, kenarları yeşil tığ işi ile işlenmiş çanta şekli verilmiş pembe bir kılıfın içinde.
Annesi onu çıkardıklarında üç kez öper ve alnına götürür:
-Sakın yere düşürme Kardeşin doğarsa salıncağının başına takacağız, derdi.
Küçük kız kardeşinin doğmasını ve yaşamasını o kadar istiyordu ki. Hiç kardeşi yoktu, mahallede onun adı Bitekdi. Herkes özellikle Esme Nene:
-Bitek kız o onu dövmeyin, diye avaz avaz bağırırdı. Komşu kadınlar da hemen küçük kıza takılan çocukları paylardı…
Kimse teline dokunmazdı pek dövmezdi kimse. Bir keresinde Çorum’a halasına gittiklerinde halasının komşusunun patlak patlak gözlü kızı Yıldız onu adamakıllı dövmüş, annesinin özenle tarayıp iki örgü örüp yaldızlı kelebekli tokalar taktığı saçlarını yolum yolu yolmuş bi güzel dövmüştü. Küçük kız akşama kadar ağlamış:
– Eve gidekkk, benim Bitek olduğumu kimse bilmiyor burda, beni dövüyorlar, diye tutturmuş, ağlayıp durmuş doktora diş tedavisi için gelen annesini bunaltmıştı.
Halası ve eniştesi çok gülmüştü küçük kızın bu sözlerine. Onlar da adı yerine Bitek demeye başladılar küçük kıza.
Konsulun gözünde başka neler yoktu ki saymakla bitsin.Bir de kalınca bir ipe dizilmiş; renk renk boncuklar, kurşun, iğde dalı, yılanbaşı, sümüklüböcek kabukları olan ilginç bir boncuk dizgesi vardı.
Annesi o dizge boncuklar için de:
-Kardeşinin beşiğine takacağız diyordu. Küçük kız hamaylı da denen o küçük Kur’anı Kerime ve boncuk dizgesine gözü gibi bakardı kutsayarak.
Bazen geceleri uyandığında da dua ederdi, şimdi doğacak olan kardeşi yaşasın ölmesin diye.
Nedendir bilinmez o zamanlar hemen hemen her yıl bir kardeşi doğuyor, birkaç ay yaşıyor sonra ölüyordu. Küçük kız buna çok üzülüyor, kimselere de anlatamıyordu bu üzüntüsünü.
Kendince bir çıkar yol, bir çare bulmuştu bu gizli üzüntüsüne. Evlerinin merdivenin en yüksek yerinden yirmi kez atlarsa kardeşinin yaşayacağına inanır ve atlar her seferinde de ya ayağını burkup acıtır ya da dizini kanatırdı bahçedeki kaldırımın sivri taşlarına düşüp.
Ama bunu doğacak kardeşinin yaşaması için yaptığını kimselere söylemezdi. Başka neler yoktu ki bu ceviz konsolun kitli üst kat çekmecesinde.
Sarı sarı toprak parçaları vardı mesela kurumuş, zaman zaman annesi o toprak parçalarını dişiyle kemirir yerdi. Küçük kız buna çok kızar annesi ölecek diye korkar o görmeden atardı bu kuru kil çamur parçalarını ama kadın yine bulur buluşturur ve yerdi bu toprakları.
Annesinin bunları yememesi içinde dua ederdi küçük kız. Çünkü annesi ölür diye çok korkardı, doğumlarda ve sonrasında hastalanırdı kızın annesi bazen de:
-Düşük yaptı, derlerdi ne demekse. Düşük yaptığında daha çok hasta olurdu anne, hastanede yatardı Çorum’da.
O zaman çok sevdiği okulundan ağlayarak kaçar gelirdi küçük kız defter, kitap ve çantasını bırakıp, kızın ödü kopar annesinin yanından hiç ayrılmazdı, iyileşene kadar.
ŞÜKRAN UÇKAÇ YARGI Sazsızozan
03.12.2018 ANKARA























