Çarık, hayvan derisinden yapılan bir ayakkabı çeşididir. Günümüzde kullanılmamaktadır. Geçmişte toplumun yaşantısında önemli bir yer tutmuştur. Bugün çeşitli halk oyunları ve tiyatro sahnelerinin bir aksesuardır.
Babam, aile bireylerine ve çevresine çarık dikmiş, çarıkla ilgili çok anıları da olmuştu.
Çarığın yapılış hikâyesini şöyle anlatırdı: Deri tabaklanır, tuzlanır ve kurutulmaya bırakılır. Böylece elde edilen işlemeye hazır olan deri, ıslatılır ve ayağın ölçüsüne göre dikilir. Uç kısmı kayığın önü gibi, kalkık yapılır. İç kısmına taban astarı konmaz. Ayağın üst kısmı deriden gelen iplerle seyrek bir şekilde örülür. Bu sayede çarığın diri durması sağlanır. Ayağın girdiği yer de iple dikilir. İpler renkli kullanılırsa, çarık daha güzel görünürdü. Böylece sağlam bir yapıya dönüşen çarık, giyime hazır hâle gelirdi.
Komşumuz, çocuğuna çarık diktirmişti. O akşam çocuğun sevincini hissetmek gerek. Baş ucuna koymuş ve öylece uyumuştu. Fakat, babam tembih etmiş, biraz suda kalsın, diye. “Ondan sonra giyebilirsin.” Demiş. Çocuk çarığı akşamdan suya koymuştu. Sabah aldığında çarığın dağıldığını görmüş. Çok üzülen çocuğun ağlaması gün boyu devam etmiş.
Babam, çarığa tereyağını sürer öylece camadanımıza asardık. Şehre geldiğimizde ayağımıza giyerdik. Yağmurda, çamurda ve karda yanımıza bile almazdık. Yalnız çarığı yün çorabıyla giydiğimiz için, ayağımız rahat ederdi.
“Çarıklı erkân” eskiler için denir. Çarığınız varsa köyün ileri gelenleri arasına girersiniz. Çarık, devrine göre, rahat giyilememiştir. Çünkü, dış etkilerden kolaylıkla etkilenmiştir. Onun için, çarığını ayağından çıkarmadan çarşıya gidip gelenlere az rastlanırdı. Buradan da anlaşılıyor ki, çarık genelde özel günlerde giyilirdi.
Çarıkla ilgili babamın anlattığı başka bir hikâye: Çarığını ıslatmış, silmiş ve yanına bırakmış. Çimenlik alanda da keçileri otluyormuş. Ormandan yeni geldikleri için, tekrar ormana girmek istemiyorlarmış. Keçilerin sahibi, onları gözetirken, uyumuş. Ne kadar uyuduğunu da bilmiyor. Sonunda gözlerini açmış ki, akşamın güneşi ışınlarını geri çekmiş. Yanındaki çarıklarına bakmış. Ne görsün, çarıkların yalnız taban kısmı kalmış.
Keçiler çarığı yemişler. Çoban, sinirinden ne yapacağını şaşırmış. Yapabileceği bir şeyin olmadığını da anlamış. Çünkü, keçinin yediği doğru fakat hangisi. Başına geleni kahvede anlatmış. Ona demişler ki, çarıklarını köpek yemiştir. Çünkü, köpek derinin kokusunu aldığında av hayvanı sanıyor ve deriyi parçalıyor.
Bir başka hikâyesi de daha ilginç: Yaz günü çarşıda yağını, peynirini ve sebzesini satan arkadaş, ihtiyaçlarını aldıktan sonra, kimseyi beklemeden yola çıkar. Yorulmuş ve terlemiştir. Dere kenarında ayaklarını suya batırmış ve çarıklarını da çıkararak, bir süre dinlenmiştir. Bu sürede çarıklar su ile aşağıda ağaç dalına takılmıştır.
Yolcu yolunda diyen arkadaşı, kalkıyor ve eve varıyor. Hanımı, “Ayakların çıplak. Diyor. Ayaklarının çıplak olduğunu fark eden adam, camadanını bıraktığı dükkâna gidiyor. Dükkâncıya camadanıma asılan çarığımı çaldılar haberin var mı? Diye soruyor. Dükkân sahibi etrafına bakıyor ve şaşkın bir çehreyle, “Öyle bir şey yok.” Diyor.
Adam dükkândan çıkmıyor ve kavga büyüyor. Karakolluk oluyorlar. Babam arkadaşını alıyor. Üzülme sana yenisini dikeceğim diyor. Belki başka bir yerde düşürdün, niçin araştırmadan tatsız olaya neden oldun diyor. Arkadaşı üzülse de olay geçmiştir.
Babam, dere kenarına bakalım diyor ve oturduğu yere geliyorlar. Çarıkları biraz daha aşağıda dallara takılmış buluyorlar. Meğer ayağından çarığı çıkardığının farkında değil.
Üzüntüsü dükkâncıdan özür dileyene kadar devam etmiş. Dükkâncıya çok pişmanın nasıl böyle bir hareketi yaptım bilemiyorum, demiş.
Babam, “Onun ayağında çarık olmuş veya olmamış fark etmiyordu.” Dedi.






















Ben de çarığı bilirim. Amma hiç dikkat etmemişim, tüylü tarafı mı içe geliyordu, tüysüz tarafı mı? Siz de yazmamışsınız. Yazarsanız sevinirim. Merakımı giderir.