Çalı çileği için çocuklarla bir araya geldik. Günü değerlendirmek istiyorduk. Annem; ayıların sevdiği meyve olduğunu unutmayın. Ormana girdiğinizde bağırın çağırın ve sesinizden ayılar çekinsin, diye tembihledi.
Annemin dediğine göre, ayıların besin kaynağına doğru yürüyorduk. Ormana geldiğimizde türkü naraları atmaya başladık. Özellikle sesi gür olan Atilla türkü söylemeye başladı. Atilla, “Ayı, güneyin çileği, size de yeter bize de” diye bağırmaya başladı.
Güney yamacın üst kısmında, çileği yiyor ve topluyoruz. Çocukça aklımızla oluşan atmosferden dolayı korkmuyoruz. Belki de ayılar çilek için başka yöredeydiler. Karınlarını doyurmak illaki güney yamaçtan geçmiyor, diye tartışıyorduk. “Yamacın lezzeti bir başka,” diyen Yusuf haklıysa ayılarla karşılaşabilirdik.
Arada ses çıkartmıyor ve ayıları dinliyoruz. Yabancı sesin olmaması neşemizi artırıyordu. Aşağı taraftan, ağabeyimiz elini salladı ve geldiklerini işaret etti. Bizim sesimiz çok çıkıyordu. Özellikle Atilla türkülerine devam ediyordu.
Ağabeyiler biraz daha aşağıya indiler ve susmamızı işaret ettiler. Rüzgârın dallar arasındaki fısıltısından başka, hiçbir ses duymadık. Yalnız daha çok toplamaya başladık. Dallardaki kuş sesleri, hemen geri dönmemizi çağrıştırıyordu.
Yusuf’un ağabeyi, uzun boyuyla elini kaldırdı ve yamacın dibindeler, diye işaret etti. Ayılarda yamaca aşağıdan girmişlerdi. Çileğin lezzeti onları da çekmişti. Fakat kendi alemlerindeydiler. Yukarıya gelmeleri saatler alırdı. Çünkü yamaç dik ve aradaki mesafe bir hayliydi.
Atilla “ayı kardeş, çilek için izin verdin, teşekkür ederiz,” diyordu. Hemen itiraz ettik. Bu yamacın tapusunu üzerimize almıştık. Mahkemeyi kazanmıştık, diyerek güldük.
Ayılarla öyküyü dağ çileğinin doğal besin kaynağı ve lezzeti üzerine kurmuştuk. Yoksa ayıların zaman ve yiyecek anlamındaki düşüncesi bize uymazdı. Onlara bir yaptırımımız da olmayacağı için ağabeylerin işaretine uyup geri kaçtık.
Dağ meyvesinin sahibi bizi kovma zevkine erişemeden biz obaya gelmiştik. Davranışımıza aldırdıklarını tahmin etmiyorum. Çünkü yavrularına meyvenin lezzetini öğretiyorlardı. Belki de bizi hiç hesaba katmamışlardı.
Ağabeylerin güvencesinde, çileğe doymuştuk. Topladıklarımızı da obada ormana gidemeyeceklere dağıttık. O kadar çok toplamıştık.
Ayı hikâyeleri sevecen değildi. Obaya kaçarak geldik. Nedeni bildiğimiz hikâyelerdi. Büyüklerin anlattığına göre kaçmamız doğaldı. Özellikle yavrulu analar çok daha saldırgan olabilirdi. Şunu da düşünebiliriz, bizi hiç duymadıkları, olayı abarttığımızı tahmin ediyordum.
Ağabeylerin anlattıklarından sonra, yalın ve sezgisel görüşlerden uzaklaştık.
Hasan TANRIVERDİ























