Sevdiğim güzel bir fıkrasıdır Nasrettin Hoca’nın.
Hoca Nasrettin yapmış mıdır böyle birşeyi, yoksa yüzlercesi gibi hoca merhuma mı atfedilmiştir bilinmez.
Hoca ve hatunu uzunnn bir kış gecesi derin bir uykuya dalıp mışıl mışıl uyurken hocanın hanımı evde mutfak tarafında bir takım sesler duyar.
‘Hoca kalk, der eve hırsız girdi, kabı kaşığı, tencereyi tavayı götürüyor’
Hoca kalkmaz ‘boşver hatun yenisini alırız’ der ve uyumaya devam eder.
Hırsızlar yavuz hırsızlardır. Tenceryi tavayı torbalara doldurup dışardaki erketeye ulaştırır.
Yattığı yerde korkudan tir tir titreyen hocanın hanımı hırsızların yatak yüküne yöneldiğini görür.
Korku ve telaşla ‘hoca kalk hırsızlar yüklükteki yatak yorgan yastık ne varsa hepsini götürüyorlar’ der. Hoca biryanından öte yana döner ve ‘boşverrr hatun yenisini alırız’ der.
Hırsızlar gemiazıya almış türdendir zahir, en sonunda gelip hocanın hanımını sırtlar giderler. Hocanın hanımı bu kez bas bas bağırır ‘kalk hoca kalk hırsızlar beni götürüyorlar’ diye. Hocadan yine aynı replik ‘boşverrr hatun yenisini alırız.’
İstisnalar çok olsa da eşi giden her erkeğin fıtratı gereği biraz rahatça düşündüğü şeydir yenisini almak.
Ben bu fıkrayı Almanya Nütnberg’deki görevim sırasında bir 23 Nisan Milli Eğemenlik ve Çocuk Bayramı’nda öğrencilerime mizanse ettirdiğimde çok beğeni ve alkış almıştı, bu da güzel bir anı olarak belleklerde yerini aldı.
Hani derler ya ‘eşi ölen erkek, eşi defnedilip daha mezardan dönerken, kiminle evlensem’ derdine düşermiş. Edebiyatımızda da var bir örneği.
Uğruna kaç beyitlik Makber’i yazan, ‘her yer karanlık, pürnur o mevki’ diye yırtınan, yazdığı bu şiirle ortalığı inleten Abdülhak Hamit Tarhan eşi Fatma Hanım’ın ölümünün kırkıncı gününde ‘boş ver yenisini alırız’ demiş ve evlenmiştir. Dedim ya eşi ölen erkekler daha yatkın bu fikre.
Bizim hoca merhum da bu işin yarenliğini severdi.
Laf arasında ‘sen ölürsen ben çok üzülürüm’ der dururdu.
Kırk yaşından sonra mantar alerjim zuhur etmiş beni bu leziz sebzeyi yemekten men etmişti. Daha bu hassasiyeti bilmediğimiz bir dönemde, bir Viyana ziyaretimizde yediğim, kaşarlı mantar yemeğinden o kadar kötü derecede zehirlenmiştim ki…
Hani tabir caizse gittim, geldim.
Neden sonra anladık mantardan olduğunu.
Ben, iyi ki burda ölmedim, bir yığın maddi, manevi yük olurdu, deyip durduğumda eşim tahmetli de gün boyu ‘hanım sen hiç merak etme ben senin ölünü de dirini de götürürüm’ deyip durdu.
Şaka, latife, nükte güzeldi de yaşadığım zehirlenmenin acısı mı nedir bilmem, şaka birkaç kez söylenince alınganlığım tuttu.
Önce gülsek mülsek de ben de sonra biraz da kızıp ‘yok canım ben sana o acıyı ve zevki yaşatmam, inşallah bir gün de olsa sen benden önce ölürsün’ deyivermiştim şakayla karışık. Kahkahalarla gülmeler, gülmeler…
Demez olaydım, bir yıldır yoksun ve ben asla ‘boşver yenisini alırız’ demem canım, diyemem.
Sen yaşasaydın der miydin? O da bilinmez gari.
Ben diyemem hiç, hayat nasıl da şaka gibi acı tatlı karışık. Gidenin yeri dolmuyor.
Evet gurbetçilerin de en büyük ve külfetli sorunudur cenazeyi yurda nakletmek.
Şimdilerde Ditib camilerinin üyelikli sistemleri var, sisteme dahil olup aylık ücret ödendiğinde, üyenin vefatı durumunda, güvenli bir şekilde cenaze yurda naklediliyor.
Artık dördüncü beşinci nesli süren gurbetçilerin çoğu çocukları ve aile efradı da orda olduğundan nakledilmeyi istemiyorlar.
Günümüzde Türk cemaatinin Müslüman mezarlıkları oluştu, oralarda aralarından göçenler, ebedi istirahatahgâhlarına çekiliyorlar.
Tertemiz ve düzenli bu mezarlıklar önemli dini günlerimizde dualarla toplu ziyaretler ve dualar da ediliyor.
Şu faniden gelip de giden herkese rahmetler diliyorum. Bizlere de bir gün mutlak gideceğimizin fevkinde ve bilincinde yaşamlar diliyorum.
Zehir zemberek ülke gündeminin burukluğunı biraz dindireyim diye bu yazı.
Hoş kalın, hoşça yaşayın diyelim ve bu Ağustosun da son yazısını yazalım.
Şükran Uçkaç Yargı Sazsızozan
31 Ağustos 2025























