İlaçlarını boşu boşuna kullanıyordu.
Bugüne kadar sakıncalı maddelerin zevkini yaşamış ve mutlu olmuştu. Fakat gerçekler bir gün kapısına dayanacaktı. Buna rağmen, kapının eşiğinde virüs ile karşı karşıya geleceğini aklından bile geçirmezdi.
Akciğerini sigara, karaciğerini ise alkol ile dumura uğrattığının belki de farkında değildi. Normal yürürken dahi soluk soluğa kalıyordu. Salgının bulaşma riski yüksek olan bir kişi konumundaydı.
Soğuk algınlığında yatağa düşse de en kötü hâlde iğne ilaç atlatıyordu.
Deneyimine göre, üç gün geçtiği hâlde, soğuk algınlığından kurtulup kendine gelemiyordu. Yine de “soğuk aldım geçer,” diyordu. Fakat kendinin de fark ettiği gibi, halsizlik başlamış, koku alamaz olmuştu. Artık soluğu hastanede alması gerekiyordu. Öyle de yaptı ve doktor hemen yatırdı. Çok üzüldü, mazide kalan mutluluk, sahte gülücükler gibiydi, diyerek ağır bir depresyon geçirdi.
Pencereden dışarı bakamıyor, duvara dönüp iç geçiriyordu. Çocukluktan bugüne kadar ki yaşantısını gözünün önünden geçiriyordu. Bazen duraklıyor ve çok yavaş ilerliyordu. O günleri bire bir yaşar gibi oluyordu. Anılarını resmeden fotoğraflara bakmak istiyordu. Bazen de yaşantısının belli bölümünü hızla geçiriyor ve hiç duraklamıyordu.
Çare bulunmaz yarama, diye iç çekiyordu.
Asidik bir ilaç söylemişlerdi, onu almak için hastaneye hazırlandığı anda salgın ekibi gelip onu aldı. O gidiş, yatağa kadar uzandı.
Salgının tüm belirtilerini gösteriyordu. O hâlâ grip diyerek teselli arıyordu. Bir defada avuç dolusu ilaç içirdiklerinde, uyuşmasından, ilaçlara bakıp “Boşu boşuna” demesi önemliydi.
Yattığı yerden pencereye bakışı, hayat hikâyesinin en dikkate değer, anılarından biriydi.
Gençliğinden beri, pervane böceği gibi ışığın etrafında dönmeye çalışmış ama sona geldiğini de ağrılarından anlıyordu. İçinde doktorlara karşı bir kıpırdanma olsa da onlara inanmak istiyordu. Rahat soluklandığında iyileştiğini sanıyor ve hastaneden çıkmayı arzuluyordu.
İş hayatını özel yaşantısından ayırabilmişti. Fakat sağlıksız beslenmenin sakatlığını bir avuç dolusu ilaçla yaşadı. Gençliğinde sağlıksızlığa neden olan sigara ve içkiyi çok hoş karşılardı. Onlarsız günleri hiç düşünmemişti. Çünkü, çevresinde herkes içiyordu. Ona göre içmemek büyük eksiklikti.
Görevine neşeli gidiyordu. Antikacı gibi değerli işlerle uğraştığını zannediyor ve akşamı güçlükle bekliyordu. Zamanında spor da yaptım diyordu. Hayalleri sanki duvarda süslüydü, oraya bakıp mırıldanıyordu.
Ağzında tuhaf bir tat oluşmuştu. Zevk için yiyen kişi gitmiş, yerine, ilaç dahi içemeyen biri gelmişti. Doktora neyi olduğunu soruyordu. Doktor dayanamadı ve “neyin olduğunu bir bilsem,” dedi. İlaçlarını içiyordu ama “Doktor, kolumu kaldıracak gücüm yok,” diyordu. Doktor gittikten sonra, ilaçlar iyi gelecek demekle yetindi.
Bir hafta böyle geçti.
Ziyaretine kimsenin gelmemesine üzülürdü. Doktor ve hemşireler salgın, kimseyi bekleme derlerdi. Başı döndü, yüreğindeki sevgi kırıntıları, yerini hüzne bıraktı. Kalkmak istedi fakat doğru olmaz, dedi ve tekrar yattı. Başım zonkluyor, hastalık neyse, daha başlangıcı bu gidişle de sonu gelmeyecek, dedi.
Soluk alıp da doyamıyorum. Parmaklarımı hareket ettiremiyorum. Gözlerimin feri kaçtı, iyi göremiyorum. Işığa bakamıyorum, tamirhanede parçalara ayrılıyorum. Durdurun makinaları inecek var, dedi. Doktorların da ne yaptığı belli değil. Limonlu su içmek istedi, hemşireye maç arası mı? Dedi. Hemşire de maçın bittiğini söyledi. Biraz gerildi ama yapılacak bir şey yoktu.
Acı tüm vücudunu kapladı. Ah ve ohlar aldı başını gitti. Kolunu savurmak isterken, ilaçları yere döktü. Hemşire ilaçları yerine kaldırdı ve iyi uykular, dedi. Gecenin farkına vardı ve anılarını yaşamak için çocukluğunu bitirmiş gençliğine gelmişti. Hayatta olmayan arkadaşlarına ağladı. Hepsini ziyaret edemediğine üzüldü. Kahveye girdi, sigara dumanından rahatsız oldu. Göğsü sıkıştı, dışarı çıktı.
Gençlik anılarını bir türlü toparlayamıyor ve daldan dala konuyordu. Çözüm bulamadığı olaylar içini yakıyordu. Gözünü duvardan ayırmadı. Ağrı ve sızısı arttı, görevindeki başarılı yılları düşündü. İçten gelen ağrı nidaları düşüncesini unutturdu. Parkta yaşlı çınara yaslandı ve düşen yaprağını eline aldı. Dibine bırakırken kaldırımda ezilirsin, dedi. Parkın çiçeklerini kokladı. Eline aldığı tohumu toprağa gömdü.
Hemşireye ağrılarıma alışamıyorum, dedi. Gençlik yılarının anılarını bitiremedi. Yalnız kalmaktan korktuğunu söyledi.
Ağrılar ağırlaşırken, hiçbir şey düşünemedi. Zihni bulandı. Saçma sözler sarf etti.
Önüne geçilemez korkunç sona hızla yaklaşıyordu. Hızla koştu top kaleyi geçti, sevinemedi.
Yaşamak mı? Bu nasıl yaşamak, dedi.
Hasan TANRIVERDİ























