Gün/aydın dostlarım…
Yasamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme…
Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
(Dün gece uzağımda yakınımda duran insanoğlunun ahvallerini kendimce tekrar mülahaza ettim ve bu sabah bu eski tarihli köşe yazımı tekrar yayınlamakta faide gördüm affınıza sığınarak.)
Yaşlı adam, bir hazır giyim mağazasına ait vitrine uzun uzun baktıktan sonra, ilerideki yeşillikte oynayan çocukların en zayıfına dönerek; “Küçük!…” diye seslendi.
“Bana biraz yardımcı olur musun?”
Çocuk, hafta sonlarında yaptıkları misket oyununu ilk defa kazanmış olmasına rağmen arkadaşlarını bırakıp geldi. Yedi sekiz yaşlarındaydı ve üzerindeki elbiseler, tek kelimeyle dökülüyordu.
Yaşlı adam, çocuğun saçlarını okşadıktan sonra;
“Vitrindeki elbiseyi giymeni istemiştim.” dedi. “Bakalım üzerine uyacak mı?”
Çocuk, bu teklifi ilk önce şaka sandı. Ama adam son derece ciddiydi. Onunla birlikte mağazaya girerken, ilk önce rüyada olup olmadığını, daha sonra da şimdiye kadar yeni bir elbise giyip giymediğini düşündü.
Genellikle ailedeki büyük çocuğa alınan veya komşular tarafından verilen giyecekler, elbiselerin ona dar gelmesiyle birlikte ortanca kardeşe kalır, birkaç sene sonra da dizleri aşınmış veya delinmiş vaziyette kendisine yamanırdı. Ama her zaman hasta dedikleri babasının ne kadar zor para kazandığını bildiğinden bu işe bir kere bile itiraz etmemişti. Şimdi ise, ilk defa yeni bir elbisesi olacaktı. Üstelik de bayrama bir kaç gün kala…
Çocuk, yaşlı adamın gösterdiği elbiseleri giydiğinde, büyümüş olduğunu ilk defa fark etti. Çizgili kadifeden yapılmış pantolon, bacaklarının ne kadar uzun olduğunu ortaya koyarken, yeni ceketi de omuzlarını iyice geniş göstermişti. Fakat hepsinin üzerine giydiği kaban bir başkaydı ve artık üşümeyecekti.
Çocuk, biraz önce kazandığı misketleri onun cebine bıraktığında, iyice keyiflendi. İrili ufaklı misketler, gayet derin olan ceplerin bir köşesinde kalmıştı. Demek ki her bir cep, en az elli misket alabilirdi.
Yaşlı adam, çocuğu sağa sola döndürdükten sonra, elbiselerin paketlenmesini istedi ve iş tamamlandığında, tezgâhtara dönerek;
“Elbiseleri torunuma alıyorum.” dedi. “Kendisine sürpriz yapacağım için onları bu çocuğun üzerinde denedim. İkisinin de boyu aynı…”
Çocuk, bir anda beyninden vurulmuşa döndü ve ne diyeceğini bilemedi. Ama artık büyüdüğüne göre, bir şey belli etmemeliydi. Aynaya son bir defa baktıktan sonra, üzerindekileri yavaşça çıkartarak bir kenara fırlattığı eskileri giydi. Adam, elbiselerin torununa uyacağından emindi.
Yaptığı hizmet için çocuğa bir çiklet parası vermek istediğinde, onu yanında göremedi. Haylaz velet, belli ki bu işten sıkılmıştı.
Çocuk, arkadaşlarının yanına döndüğünde, bir kenara çekilerek onları seyretmeye koyuldu. Bütün ısrarlara rağmen oyuna katılmıyordu.
Arkadaşları; “Niçin oynamıyorsun?” diye sordular. “En güzel misketleri sen kazanmıştın.”
Çocuk, inci gibi yaşlar süzülen gözlerini arkadaşlarından kaçırmaya çalışırken; “Misketlerim, bu elbiselere yakışmayacak kadar güzeldi.” dedi. “Bu yüzden onları, bayramlık kabanımın cebine sakladım.”
Aslında her yaşta ama farklı şekillerde hep birileri tarafından kandırılıp sonra da bir kenara fırlatılmadık mı?
İşimizde, aşkta, dostlukta,- arkadaşlıkta,- belki de ailemizde…
Kimin umurunda bir başkasının duyguları, hissettikleri veya kandırılması?
Gözyaşları ya da kalp kırıklıkları… Bütün bir ömür boyu kalan izler… Ne yazık ki hiç kimsenin…
Keşke keşke farklı olabilseydi her şey… “Biraz daha insanca,” biraz daha hassasça, dürüstçe ve biraz daha yüreklice…
Evet dostlarım işte böyle, günü tamamlamak için saatleri, haftayı tamamlamak için günleri sayarken, ömrümüzü ise belli olmayan bir zamana doğru tamamlamak için yürürken, arada bir durun ve kendi pencerenizden, kendi aynanıza bakın. Aynayı göremiyorsanız pencerenizin camı kirlidir, lütfen camı silin ve bakın…
Ve deyin ki; ben bunca zaman bu ömür yolunda yürürken ne yaptım. Kaç kişiye iyilik yaptım, kaç kişini kalbini kırdım, kaç kişinin hakkına gasp ettim, kaç kişinin gıybetini yaptım… Kendinizi bir sorgulayın, Allah aşkına bir sorgulayın…
Şu dünyaya geldiğim günden buyana yürüdüğüm yolda bakıyorum da, tüm bu geride kalan zamanın yorgunluğu ve dahi bıkkınlığı ile düşünüyorum da?
Gerçekten güçlü bir Allah inancı yoksa kişide, hayatı çekilmez kılan, zalimlere, açıkgöz geçinen zavallılara katlanmak gerçekten imkânsız olurdu…
Her insan biraz garip, biraz mazlum, biraz fedakârdır ama bilinmeli ki herkes birbirine eştir son tahlilde..
Allah cc. katın da, kanun önünde de eşittir…
Dost olmalıdır bu âlemde insanlar birbiriyle. Değilse de olmalıdırlar artık… Bakın Dünyaya ne hale geldi, ne hale getirdik biz insanlar üzerinde yaşasın diye Rabbimizin bize emanet verdiği o güzelim Dünyayı…
Dostlarım; Âdemoğlu bir su damlasıyla oluşur ve dahi toprağa karışır yok olur gider…
Nasıl ki su damlası, çiçeği toprakta yeşertiyorsa, insanoğlu da bu aşkla yeşerir her daim.
Çok zor değildir insanı anlamak, bir adım ötesine geçmek!
Yaradanın Aşk diye üflediği Âdemoğlu değerlidir dostlarım…
Kırmamak, incitmemek, sevmek gerek. Sevmek ve saymak gerek tüm yaratılanları.
Hem de tüm samimiyetimizle sevmek gerek Yaratandan ötürü.
Değer bilmeli herkes, değer bildirtmeli Âdemoğlu… İnsan iyi ile kötünün, güzel ile çirkinin, Hayır ile Şerrin aynı anda barındırdığı varlıktır dostlarım…
Âdemoğlu hem kötüye, şerre, hem de iyiye, güzele yol alabilecek bir yaradılışa sahip varlıktır.
Ve dahi Yaradan hoş görü edebini insana esas kılmıştır. Tasavvufta evren, insan ilişkisi de önemlidir.
Yaradana, doğaya verdiğimiz her olumlu mesajın önemi vardır.
İnsanoğlu evreni yıkabileceği gibi, güzelleştirme yoluna da gidebilir.
İnsanın yeryüzünde bazı misyonları vardır. İyilik güzellik oluşturabilme, hoşgörüyü dağıtıp benimsetebilmek…
İnsanın en zor günlerinde onlarla birlikte hareket edebilme insan olmanın temel esaslarındandır.
En büyük zenginlik ise, kanımca başkalarının fakirliğine ortak olabilmektir dostlarım… Hele ki şu Covit19 musibetini başımıza kendi elleriyle sarmışken insanoğlu…
Tasavvufta aşk; Yaradan aşkının, beşerler üzerinde yansıması ve bundan dolayı da her yaratılana ayrı bir değer verme, içimizde insanoğlunu sahiplenme duygusunu barındırmak dır denilir dostlarım…
Hayatta tek hedefimiz tevazu, hoşgörü, sevgi ve bu konuda biz yaratılmışların ikili ilişkilerinde hep öğretici ve öğrenen olmak olmalıdır.
Hoşgörü ile bağlanmalıyız birbirimize. Unutmayınız ufukta hep güneş doğar ve asla batmaz…
Gözünüz korkmasın bu güzel davranışlardan bu Aşk´ın yoludur!
Kalplerde sevginin barınağı, kardeşliğin çatısı, hoşgörünün yuvasıdır.
Hoşgörü ile bağlanmak birbirimize çok önemlidir. Bu dillerdeki gıybeti, kalplerdeki kötülüğü ve kini bitirir…
Tüm bu iyi niyetli davranışlar, yaratılanı Yaratandan dolayı sevmek, kâmil insana giden yolda en büyük erdemlerin başında gelir, bu fakirin yani benim mülahazam da dostlarım… Ve sanırım ki bu mülahaza her birimizin yüreğinde vardır…
Hepimizin dönüm noktası dediğimiz hayatımızda derin izler bırakan, ya da bırakır diye beklediğimiz ama aslında tam aksine bizi üzmek yerine ruhumuzun derinliklerine güzel duygular eken durumlar vardır muhakkak dostlarım…
Kötünün içindeki iyi gibi…
Biraz çelişkili ve garip göründüğünün farkındayım anlatmak istediğimin ama bazen kelimelerle ifade edilemez durumlar vardır, sadece hissetmek yeterlidir çoğu zaman, hissetmek ve derin bir nefesle hayata dönmek yeterlidir.
Yepyeni bir güne belki de yepyeni bir başlangıç için atılan ilk adım. Belki de yepyeni bir hayata kim bilir…
Sevin, sevilin, sevmek dünyadaki en büyük güzelliktir.
Hayat sevince güzel ve diyelim ki her bir cümleye; bu ülkenin sahipleri yalnızca bu ülkeyi karşılıksız seve bilenlerdir…
Hepimiz için güzelliğin adının gerçekten daima ‘güzellik’ kalacağı ve daima gerçek rollerimiz için sahnede yer alabileceğimiz ömürler diliyorum…
Mutlu, sağlıklı bir gününüz daha olsun yaşamınızda, gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet dolsun…
28.04.2020
#öskurşun#