Atasözleri ve deyimler yüzlerce yılın tecrübelerinden çıkarılmış veciz sözlerdir. Her biri bir gerçeği veya gerçeğin bir yanını ifade eder.
***
Bir koltukta iki karpuzun taşınmayacağı açık bir gerçek olmasına rağmen insanlar kimi zaman bu hataya düşerler. Benzemez iki durumu kapsayan ilişkiler kurarak bir çıkar elde etmek, bir koltuğa sığmayacak iki büyük işi yapma tamahkârlığına düşmek, birbirini dışlayan iki durumu birbirine çarpıştırarak buradan çıkar sağlamak vb. anlamlara gelen bu karpuz hikâyesi tam da bizim dış politikayı ifade ediyor.
***
Son 5 yıldır Erdoğan hükümeti bir koltuğunda iki karpuz taşımaya çalışıyor.
Karpuzun biri ABD, diğeri Rusya.
***
Suriye olayları sırasında Rus uçağını düşürdük. Türkiye hükümeti önce yağdı, gürledi ama alttan alta Rusya ile ilişkileri düzeltmenin telaşına düştü. Putin, benden bir takım S400 hava savunma füzesi al, gerisi kolay dedi.
3 milyar dolara füzeleri aldık. NATO ve ABD, Erdoğan’a yapma, etme, bu füze sistemleri ile NATO’nun sistemleri uyuşmaz, bu tür silahlar birbirini yok etmeye programlıdır vs. dediyse de Erdoğan dinlemedi. Üstelik dünya âleme S400’lerin getirilişi alayıvalayla gösterildi. Ancak kuruluşu gösterilmedi, çünkü kurulmadı!
Bütün bunlar bize havuz medyası tarafından hiç utanıp sıkılmadan emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi diye yutturulmaya çalışıldı! Sanki Rusya emperyalist değil.
***
Gömleğin ilk düğmesinin yanlış iliklemesi gibi, dış politikadaki yanlışlar sonucu Suriye’de Rusya ile takışıldı. “Eeeeyy ABD, sen kimsin ya!” efelenmeleri yerini, ABD’ye selam üzerine selam göndermeye bıraktı.
***
ABD fırsatı kaçırır mı?
Rusya ile Suriye’de takışan Türkiye’ye hemen kucak açtı. Fırsat düşkünü Trump, Esad rejimine ve destekçisi Rusya’ya ‘hımmm, Türkiye’nin yanındayız’ diyerek parmak sallamaya başladı. Ve ABD‘nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’i Türkiye’ye gönderdi. Jeffrey ise, İdlip’de öldürülen 5 askerimiz için “Şehidimiz var, başınız sağ olsun.” dedi. Dikkat ederseniz acınızı paylaşıyoruz, başınız sağ olsun, olayı protesto ediyoruz şeklinde bir açıklama yerine “şehidimiz var” diyor!
***
Şehidimiz diyerek kendisini Türk kimliği öznesi yerine koyan ABD’nin resmi görevlisi olan bu şahıs, kraldan fazla kralcı rolüne soyunarak Türkiye’yi alaya almıyor mu? Yani bu açıklama ‘ey Türkiye, şehidimiz diyerek seninle et ile tırnak gibi olduğumuzu anlatmak istiyorum’ anlamına gelmiyor mu? Diğer bir yanıyla da Türkiye hükümetini amiyane tabirle kafaya almaya çalışmıyor mu?
Bu açıklama utanç verici değil mi?
Örneğin ABD’nin Suriye’de 5 askeri ölse, Türkiye’nin yetkili bir görevlisi ABD’ye “Şehidimiz var, başınız sağ olsun” der mi?
***
İki karpuzu bir koltukta taşımaya çalışan Erdoğan, bunun çok zor olduğunu gördü ve karpuzun birini yere bırakacak. Bu da Rus karpuzu olacak. Ancak kendini sağlama almak için ABD desteğini sağlama almaya çalışıyor.
Erdoğan NATO’yu hatırladı, ABD’yi hatırladı ve sizden Patriot hava savunma sistemleri de alırız demeye başladı. F35 uçakları programına devam edelim deniyor.
Ne pahasına?
Tabi ki ABD’den çok miktarda silah alma pahasına!
Bu bir teslimiyet değil midir?
Peki, NATO savaş ve silah programlarıyla, F35 uçaklarıyla S400 füzeleri bir arada olabilir mi? Olamaz!
Olmayacağı zaten belliydi!
Bu ülkenin 3 milyar dolarını ne hakla Rusya’ya verdiniz?
Tutarsız Dış Politikanın Sefaleti
Türkiye devletinin refleks halini almış Kürt düşmanlığının Suriye’deki ayağı PYD/YPG ile ABD ittifak halinde. NATO ve ABD’den yardım talep eden Erdoğan, YPG’yi eğiten ve silahlandıran ABD ile hangi platformda bir araya gelebilecek?
Ne oluyoruz?
***
Farklı birçok kaynakta İdlip’de 40 bin civarında radikal İslamcı olduğu söyleniyor. Bunların yarısı Suriye dışından gelen teröristler. Cihatçıların nüfusu, aileleriyle birlikte 200 bin kişiyi buluyor. İdlip düşerse bunlar nereye gidecek?
***
İdlip’de 3 milyon civarındaki sivillerin bir kısmının oradaki konuşlanmış cihatçı çeteleri desteklediğini varsayalım. Ancak buradaki nüfusun önemli bir kısmı da cihatçı çeteler tarafından rehin olarak tutuluyor.
Bu gerçeklik, Türkiye’nin İdlip’deki sivilleri savunma gerekçisinin pek de yerinde olmadığını göstermiyor mu?
***
İdlip sorunu Esad ile savaşarak değil, Esad ile görüşülerek çözülür!
Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar sorunu Esad ile savaşarak değil, Esad ile görüşerek çözülür!
Herhalde Erdoğan’ın hesabı başka!
***
Türkiye Astana, Soçi antlaşmalarında Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması doğrultusunda imza attı. Şimdi ise Erdoğan Suriye’nin BM tarafından tanınan Esad iktidarının İdlip’i alma harekâtına karşı çıkıyor.
Tek kelimeyle tutarsızlık!
***
Türkiye’nin Suriye’de bulunması gerekçesi ile Libya’da bulunmasının gerekçesi üzerine yapılan açıklama, birbirinin tersi ve son derece tutarsız.
Libya’da iki farklı hükümet var. Fayiz el Sarac liderliğindeki Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti ile General Halife Hafter’e bağlı Tobruk merkezli bir meclis var. BM Libya’nın temsilcisi olarak Sarac hükümetini tanıyor.
Erdoğan, Libya’ya asker göndermenin meşruiyetini ya da uluslararası hukuki gerekçesini Sarac hükümetiyle yapılan anlaşmaya bağlıyor. Ve Hafter’e karşı resmi hükümetten yana tavır alıyor.
***
Peki, Erdoğan’ın Suriye’de BM’nin tanıdığı Esad iktidarına karşı muhalifleri desteklemesinin uluslararası bir hukuki ve meşru gerekçesi var mı?
Libya’da öyle, Suriye’de böyle!
Erdoğan iktidarı kendini allame-i cihan, başkalarını kör mü sanıyor?
Çelişkiler, tutarsızlıklar, ideolojik saplantılar…
Dış politikanın temelini sorun üreten değil, sorun çözen paradigmalar oluşturur.
Türkiye’nin dış politikası çökmüştür!





















