2010 Ağustos‘ta Almanya‘daydım. 3-5 gün Köln‘de kaldıktan sonra atlamıştık arabaya Güney doğu Almanya‘ya doğru yol alıyorduk.
Frankfurt’tan geçmek gerekiyordu tabii. Frankfurt havalimanı aynı bir gemiye benziyordu.
Karayaya vurmuş bir gemi ve Almanlar bu gemiyi havalimanı binası olarak kullanmaya başlamışlar.
Demin Hanau’ya baktım; yakınmış Frankfurt’a. Tabii, amacım Hanau nerede diye bakmaktı. Frankfurt‘un dibindeymiş. Direksiyonu bi’kırsam Hanau‘daymışım.
İyi ki sapmamışız.
Aslına bakarsanız; o kadar çok kaybolduk ki (4-5 kez) yollarda; bazen ilginç rastgelişler olmasa varamayacaktık Rottenburg‘a.
Bu ilginç rastgelişlerin biri şöyle gerçekleşti…
Frankfurt‘u geçtik… Hedefimize yaklaşmakta olduğumuzu hissediyoruz… Bir viyadüğün üzerinde trafik tıkanır gibi oldu. Durduk.
Arabanın içindeyken haritalara filan bakıyoruz… Viyadükten sonra bir sapak var ama biz tam tersi bir karar verip doğrudan gitme kararı alıyoruz…
Henüz duruyor araba. Bir iki dakika trafik ilerler gibi oldu… Yine durduk..
Bir araba ötede yeşil bir “Land rover” tipi araçtan biri elinde bir trafik işareti çıkardı. Adam ön pencereden başını da çıkardı.
Arkasındaki araca soldan geç beni, diye işaret etti. Önümüzdeki araçtan boşalan yere biz geldik. Sonra adam elindeki işaretle bize sağdan beni takip edin işareti yaptı. Az az, sonra da
biraz daha seri yeşil aracı takip ettik. Bizi sapağa yönlendirdi. Keskin sapak üzerinde 500-600 metre taa viyadüğün ayaklarına kadar indik. Durduk.
İki sivil adam indi. Biri hemen kimliğini ve silahını gösterdi. Ben tabii her zamanki gibi Clint Eastwood gibi soğuk kanlı duruyorum…
Öğretmen ablayla Almanca konuşmaya başladılar. Arabanın arka kapısını açtırıp çantalara baktılar. Bel çantasına da baktı.
Fransız tütününü görünce açıp kokladı
polis. Sonra bir iki diyalog daha… Derken bizim uyuşturucu kaçakçısı olmadığımızı anladılar.
Öğretmen abla, gideceğimiz şehir hakkında bir şeyler sordu; “ was kan wii… Komm nah rotte...” Şeklinde…
İlginç olan şey o anda gerçekleşti. Biz aslında viyadüğü doğrudan geçip gitse imişik yanlış bir yerlere gidecekmişiz…
Polislerin bizi, hiç ihtimal vermediğimiz o sapağa, viyadüğün altına indirmeleri iyi olmuş… Çünkü doğru yol tam da indiğimiz sapakmış.
Alman otoyol polisleri sanırım bir ihbarla bizi tespit ettiler… O viyadükten önce, yaklaşık yarım saat önce Çekya plakalı bir arabayla yol alan bir kadını
korkutmuştum istemeden. Önümüz sıra bir iki tane tır ilerliyordu; yine Çekya plakalı. Tırlardan biri aniden fren yapınca ben de olayı görüp
frene basmıştım. Arkadan gelen kadın da fren yapmak zorunda kalmıştı. Olasılık yükse ki o tır şoförü ayyaştı.
Arkadan gelen o kadın da bizim ayyaş olduğumuzu düşünüp ihbar etmiş olabilir, diye de bir senaryo ürettik kalacağımız otele yaklaşırken.
Şehire giriş yapmıştık. Gün çoktan akşam olmuştu. En az yarım saat de şehir içinde dolaştıktı.
…
Nelerin yanından geçiyoruz.. Hiç bilmeden. Ertesi sabah epeyi bir dolaştık tarihi şehri.
Ben nasıl bakıyordum Almanlara? Merak hissiyle. Keşfetme hissiyle. Anlama isteği ile. Önyargısız şekilde. Belki biraz da ortak yönlerimizi bulmaya
çalışarak.
Ben aslında Hanau olayının nasıl gerçekleştiğiyle ilgilenmiyorum. Öyle veya böyle; şu şekilde veya bu şekilde; zihin kontrol veya psikopatlık; veya
ABD‘nin çok tuhaf silahları… bir şekilde oldu yani bu.
İnsanların ölmesi kötü bir şey tabii. Hep yorumları dinlerim; meseleye nasıl yaklaştıklarını anlamak için. Her “taraf” açısından.
Yapılan röportajlarda, kişisel yorumlarda, devlet ağızlarında… yanlış olan bir şey var. Saldırı ve-ya saldırı potansiyeli nedeninin, ırkçılıktan çok
“dinsel” sebeplerle olduğu pek görülmek istenmiyor.
Eğer ki saldırı-potansiyeli dinsel sebeplerle ise, bunun ırk ile ilgisi yok.
Ama yerli – yabancı tepkilerde “kahrolsun ırkçılık” gibi hedefi pek de tutturamayan sözler var.
İşin aslı; dinsel örgütlenmeler biraz değil epey bir tepki topluyor, açıktan ve gizlice. Örgütlü – Siyasal İslâm
sadece oralar için değil bizim için de tehlike tabii ki…