Geçmiş zaman…
O zamanı yaşamış değerli bir büyüğümüz anlatıyor:
Ortaokulu yeni bitirmiştik. Lise Trabzon’daydı. Ev tuttuk, hafta sonları Beşikdüzü’ne geliyor, nevalemizi alıp okula geri dönüyoruz. Yine bir hafta sonu:
Sırtımda on okka mısır unu, araba yok Trabzon’a yürüme gidiyorum. Çarşıbaşı’nda (İskefiye) akşam olmak üzere. Eşkiyalar çuvalımı çalmasınlar diye dırmacı (kalın ip) belime iyice doladım. Arkamı duvara yaslayıp uyudum. Sabahın seherinde yola koyuldum. İkindi olmak üzereydi Moloz’a vardım. Çuvalı orada çalışmakta olan ağabeyime teslim etmeden arkadaşlarla buluştuk. Karnımız çok acıkmıştı. Bakır tepsiye mısır ununu yoğurup fırına verdik. Tam ekmek pişmek üzereydi ki zabıtalar fırını bastı. Tepsiyle ekmeğimize el koydular.
İçimizde en cesur olan birisi:
– Gidelim Belediye Başkanına şikayet edelim.
– Nereye edeceksin döver bizi.
– Boş ver ne olursa olsun haydin gidelim.
Korka korka gittik. Önümüzü ilikleyip… Kapıyı çalıp içeri girdik.
– Buyurun derdiniz nedir?
– Efendim ben Beşikdüzü’nden geliyorum. Burada lisede okuyoruz. Fırına ekmek verdik zabıtalar el koydu. Ekmeği istemeyiz, mümkünse bakır tepsiyi istiyoruz.
Belediye Başkanının gözleri doldu.
– Hemen getirin tepsiyi teslim edin.
Tepsi geldi ama ekmeğin yarısı yoktu.





















