Bugün belki kalbinizde hiç kapanmamış, keşkelerle kabuk tutmuş bir yaranıza dokunacağım.
Belki de kalbinizde yetim kalmış boşluğunuzu, özlem duygularıyla yakacağım.
Tabi başta ben!
Zira bu yazıyı kaleme aldığım dakikadan beri gözlerim dolu dolu oldu.
Finalde ise, uzun süre kendime gelemedim!
.
Yıllar önce rahmetli annemin ağzından duyduğum bir hikayeyi sizlere edebi, şiirsel aktarmaya çalışacağım: Okumaya hazır mısınız?
.
Bir gün yaşı altmışı aşmış baba ile oğlu, gün batımının kızıl ışıkları altında sohbet ediyorlardı. Baba, ömrün verdiği yorgunlukla ama hâlâ dimdik duran iradesiyle oğlunun yanına oturdu. Ellerini oğlunun omuzlarına koydu; elleri ağır ama güven veren bir dağ gibiydi.
“Ey oğul…” dedi, derin ve tok bir sesle.
“Şimdi seninle güreş tutacak olsak… Kim galip gelir? Sen mi beni yenersin, yoksa ben mi seni?”
Oğlu, babasının gözlerinin içine bakarak hiç düşünmeden yanıtladı:
“Tabii ki ben yenerim baba.”
Baba oğlunun omzunu biraz daha sıktı. Sanki yılların tecrübesiyle sadece bir soru değil, hayatın gerçeğini soruyordu:
“Peki oğul… Tekrar soruyorum. Eğer şimdi seninle güreşsek… Sen mi yenersin, ben mi?”
Oğul aynı kararlılıkla cevapladı:
“Baba, yine ben yenerim.”
Baba, bu kez ellerini oğlunun üzerinden çekti. Yavaşça geri çekilip onu baştan aşağı süzdü. Yüzünde derin bir merak, kalbinde ise ağır bir imtihan vardı. Son kez sordu:
“Son defa soruyorum oğul… Eğer şimdi güreşsek, kim galip gelir?”
Oğul bu kez hiç düşünmeden, ama daha derinden, kelimelere sığmayan bir duyguyla yanıtladı:
“Babam… Tabii ki sen beni yenersin.”
Baba, gözlerinde şaşkınlıkla sordu:
“Oğlum… Sana aynı soruyu üç defa sordum. İlk ikisinde ‘Ben seni yenerim’ dedin. Şimdi ne değişti de ‘Sen beni yenersin’ diyorsun?”
Oğul başını eğdi. Yavaşça konuştu, ama sözleri babasının yüreğine hançer gibi saplandı:
“Babam… İlk iki seferde ellerin omuzlarımdaydı. Sen yanımdaydın. Varlığınla güç buluyordum. O an güçlüydüm, çünkü gücümü senden alıyordum. O yüzden seni yenebileceğime inanıyordum. Ama şimdi ellerini çektin üzerimden… Artık gücüm kalmadı. Yalnız kaldım. Elbette sen yenersin.”
Babanın gözleri doldu. Oğlunun sözleri, yılların emeğini, sevgisini ve görünmez bağlarını bir anda gözler önüne sermişti. Omuzlarından çektiği ellerini yeniden oğlunun üzerine koydu. Bu kez daha yumuşak, daha şefkatli, ama aynı gücü hissettiren bir dokunuşla.
“Ey oğul…” dedi, sesi titreyerek, “Unutma… Senin gücün benden değil, kalbinde taşıdığın sevgiden gelir. Benim ellerim bir gün omuzlarından çekilecek. Ama o gün geldiğinde bile, sen hâlâ benim gücümle ayakta olacaksın. Çünkü ben sende yaşayacağım.”
Ve baba gözlerini ufka çevirdi: Oğlu ise bu kez, babasının ellerinin ağırlığında değil, sevgisinin hafifliğinde ağladı.
.
Işıklar içinde uyusun: Rahmetli annem, Anadolu’nun bağrında yetişmiş, ümmi ve
aidiyet duygusu güçlü bir kadındı. Biz üç kardeşi büyütürken; dizlerinin dibine oturtur; yaşanmış hikayelerle gönüllerimize duygu yüklerdi.
.
Ve babamı dört yaşındayken kaybettim ben.
Hayatın içinde rüzgarın içinde sağa sola uçuşan yapraklara benzetirim kendimi.
Babasızlığın ne demek olduğunu, eksik yanımızın o yakıcı sızısını, en iyi bilenlerdenim.
Çünkü baba, güçtür.
Çünkü baba, kuvvettir.
Çünkü baba, evde ki ocağın ateşidir.
Çünkü baba, bir evladın ömrü boyunca sırtını yasladığı dağdır.
Ve bazı dağlar, gözden kaybolsa da yürekten asla eksilmezler…
.
Eğer hala hayattaysa babanız;
Sevin sayın onu.
Kalın sağlıcakla.
Emine Pişiren/Akçay























