Tabiat ana yeşillenmeye, dereler coşmaya, erik ağaçları gelin gibi süslenmeye, kuzular melemeye başlayınca inekler de ahırda duramaz olurlar. Büyük annenin gözleri heyecandan ay ışığı gibi parlamaktadır. Yayla hazırlıklarını çoktan tamamlamış , obaya ne zaman hareket edilecek? Beyin kararı heyecanla beklemektedir.
Gökyüzü masmavidir. Uzaktan gelen ilk yayla kafilesi, genç kızların boynunda asılı teyplerden çıkan kemençenin sesi babaanneyi yerinde duramaz eder! İneklerin başı bir kaç gün önceden süslenmiştir. Gerdanlıklarında ki çanın tıkırtısı ne hoş! “baba ne zaman gideceğiz” dercesine! Bebekler, beşikle birlikte gelinlerin sırtında karşıdan karşıya geçmeye hazırlanınca, bey daha fazla dayanamaz:
– Hanım yarın sabaha karşı hazır ol saatimde dörde kur.
– Beyim ben o saate kalkıyorum biliyorsun.
Yarın olur hazırlıklar tamamlanır. Hanımın gözüne sevinçten uyku girmez. Gece biraz erken kalkar. İnekler, çocuklar ve bey yola koyulurlar. Bey hanımın zamanında kalktığını hesap ederek sabah ezanında Erik Beline geldiğini zanneder. Fakat ışıklar görünür. Olsun der daha erken gelmekte de bir hayır var diye düşünürken bir köpek havlaması duyulur. İnekler panikler ve kaçmaya başlar, baba peşinden gider. Aradan bir hayli zaman geçer. Oğul, babasını aramaya koyulur.
-Baba baba!
Cevap alamaz. Biraz ötede küçük bir uçurum vardır. Tekrar bağırır. Meğer inek o panikte yuvarlanmasın diye bey ineğin kuyruğundan tutunca ikisi beraber aşağıya doğru yuvarlanmış, yukarıya da çıkamıyorlar. Oğul biraz daha yüksek sesle bağırır.
-Baba baba!
-Aşağıdayım oğlum.
-Baba ne işin var orada?
-Annenin saatini kaybettim de onu arıyorum!
Yusuf YILMAZ





















