Büyüklerimizden; “Büyü de adam ol!” tembih ve telkinini duymayanımız yoktur.
“Adam olmayacağım!” deyip direten, var mıdır? O da yoktur.
Demek ki, büyükler “adam etmeye” küçükler “adam olmaya!” doğal olarak programlanmış.
Her ne kadar, bireye göre adam olmanın tanımında şu veya bu biçimde bazı yorum farklılıkları olsa da, özünde, genel tanımıyla, toplumun eğitim olanaklarından yararlanıp, toplum içinde sosyal ve de maddi gelir bakımından, kendi emeğiyle geçinebilecek kadar müreffeh bir yaşam düzeyine ulaşabilmek için bir meslek, bir iş güç sahibi olabilmektir.
Demokratik ve sosyal bir hukuk devleti, kendi evlatları arasında, başta dil, din, ırk veya benzeri bir ayrım yapmaksızın, “Adam olmalarını“ sağlamak için her imkanı kullanmak ve en uygun demokratik, çağdaş ve hukuksal yöntemleri uygulamakla yükümlüdür.
Bu hüküm demokratik ülkelerin anayasalarında da, yasalarında da uyulması gereken mutlak emir olarak yer almıştır.
Bizim anayasamızda da var olan, “hiçbir kişiye ve zümreye, kaynağını anayasadan almayan bir ayrıcalık tanınamaz” hükmü vatandaşlar için mutlak bir güvence, yönetenler için de yerine getirilmesi gereken mutlak bir emirdir.
Aslına bakarsanız, bu hüküm özellikle siyasi erke “destur “ çekmenin en kısa özetidir.
Soralım şimdi; vatandaşlar, ayrımsız, bu güvenceden ne oranda yararlanabiliyor?
Yönetenler bu emrin gereğini ne oranda yerine getiriyorlar?
Sıradan vatandaş lehine kurulamayan, üstelik gittikçe de bozulan bu denge; başta demokrasi, hukuk, insan hakları kavramlarına zarar vermekle kalmayıp, toplumda var olması gereken huzur ortamını da zaman zaman altüst etmekte!.
Bu da başta, devletin varlığına ve birliğine zarar verme noktasına kadar bile gelebilmektedir. Yönetenlere yetkileri kadar da sorumluluklar verilmesinin asıl nedeni bunun içindir.
Dememiz o ki; yönetenler, “Ya hep beraber ya hiçbirimiz!” haykırışına düşman olmak yerine, yönetilenlerden önce sarılıp ilke olarak benimseyebilmelidirler
Siyasi kaygılarla, yasalara sığmasa da, bazılarına tanınan hak ve yetkilerin tarihte yarattığı kaoslar bilinmez değildir. Devlet kadrolarında kayırma, peşkeş çekme, lütfetme değil, liyakat esasına göre hak edene verilmeyi esas almıştır yasalar. Yönetimlerin erdemi de ahlakı da buna uymaktır.
Şayet bir ülke “Adam olma” yöntemlerini geleceğe yönelik olarak objektif olarak planlayamamışsa, o ülkede, eninde sonunda, önce kaosların, ardından da acıların yaşanması kaçınılmazdır.
Örneğin, bu ülkeye yapılabilecek en büyük kötülük, her ile bir üniversite açmak değildi belki ama lise kalitesinde verilecek üniversite eğitimi bu ülke gençliğine reva görülmemeliydi!. Dünyanın hiçbir ülkesinde ne merdiven altı lise, ne de apartman tipi üniversite vardır. Buralardan mezun kişilerin, şayet arkalarında bir “dayıları” yoksa piyasada tutunabilme olanaklarının olamayacağı bilinmez bir durum muydu? Böyle bir eğitim sisteminin Türk Milli Eğitimine zarardan öte, zerrece bir olumlu katkıları olamazdı!.
Ayrıca, mezun olanların çalışma alanlarına dair bir planlama yapılmadan bölümler açmak, hele ki 100.000 öğretmene ihtiyacın varken, 500.000 öğretmene devletin kendisinin “adam oldun” beratı(belgesi-diploması) verdiği kişiye ek olarak KPSS gibi bir rezil sınavı reva görmesi devletin en büyük ayıbıdır. Bu durum emeğe, paraya, zamana hele ki insana, ihanet değilse nedir? Böylesi bir durum, “Beşte birinizi “Adam” sayıp alacağım, geri kalanınızı harcayacağım demenin ta baştan ilanı değil mi?
İnsan, hele ki devletin kendisini “Adam ettim” diyerek mezun ettiği insanı bu kolay harcaması akıl ve vicdan işi mi? Bu kadar mı “Ucuz” bu ülkede insan ?
Ne yazık ki bu harcananların %90’ı yoksul kesimden… (%10’un zaten kaygısı değil, atama, atanma, iş, ticaret, para, refah…hatta makam, kadro)
Harcamayı göze alan bir yöntemle mi “Adam” olunur…? Adam harcamayı temel alan bir yöntemle mi geleceğe “Adam” yetiştirilir?
“Ben seni yetiştirim, okulların kapısını açtım, mezun ettim, sen yerleşemedin” gibi suçu kendi üzerinden atan bir yönetimin öncelikle iyi niyeti sorgulanmalıdır.
Beka sorunu, seçim kazanmakla ve ya seçim kaybetmekle yaşanmaz!… Asıl beka sorunu “İnsan” yani “Adam” harcamakla yaşanır.
7 Şubat 2019… 20.000 öğretmen ataması yapıldı. Atanamayanların sayısı 400.000.
20.000 adam kazanılmadı (hem de içlerinde yıllardır bekleyenler varken) 400.000 adam kaybedildi, harcandı, heder edildi (kaç yıl daha sürünceme kalacakları belli değil. 3.5 milyon işsizin yarısı üniversite mezunu.
Adam harcamak üzerine planlama olamaz. Öyleyse çare ne? Çareyi devlet bulacak. Hem de en hakkaniyetli biçimde. İzin verin de bir tek soru soralım; atanamayan 400.000 içinde kaç bakan, müsteşar, bürokrat, vali (veya benzeri) üst düzey yönetimlerden bir saygın kişinin çocuğu veya yakını var?
Sayın Bakan; Eğitimde kıyametleri koparmalıyız diyordun.. Al işte kopar kıyametleri… Ağzını kapatan, elinden tutan mı var? Kopar kıyameti ve çöz!…
Eğitim fakültelerini kapatarak, kontenjan düşürerek kıyamet kopmaz!.. Bu yöntemle bu ülkenin eğitim sorunu çözülmez!… Bu ülkenin en çok muhtaç olduğu konu eğitim iken, fakülte kapatmak, “Adam” harcamanın bir başka yoludur. Okullarda ve eğitimi yaygınlaştırmada ara çözümü!.. Köylerin neredeyse tamamı okullardan dolayısıyla öğretmenden yoksun bırakıldı. Ama İmamsız köy yok.
Bir diğer acı boyutuna bakalım olayın…
30-35’lerinde “Adam ettik” zannettiğimiz yüzbinler hala baba eline bakmaktan utanır olmuş. Umarsızlığa ve çaresizliğe düşmüşler, ömürlerinin baharları gelip geçmekte… Ne yapar tüm umutları sönmüş, utanç içindeki “adam” yerine konulmayan insan, İşte onlar da onu yapıyor ne yazık ki!.
Merve Çavdar. 17 Ağustos 2018 yılı.Yaş: 25… Halil Mustafa Bozkurt. 8 Şubat 2019 (kuradan bir gün sonra). Çorum. Yaş;33. Toplamı 50’yi aşmış!… Çareyi kendi yaşamlarına son vermekte bulmuşlar. Sorumlusu kim?
Ben de öğretmenim. Yıl 1969. Üniversitede sabah 8.40’da son sınavıma girdi, ayni gün saat 17.00’dan önce Eskişehir Maarif Koleji’nde(Özel değil, devletin) öğretmendim. Devlet, aynı devlet. Değişen sade zihniyet!…
Yine birkaç yıl öncesinde, bir kura çekimi sonrası atanamayan bir gencimiz bakanlığın üst katından atlayıp kendi yaşamına son vermişti. Bunun üzerine oturum “UMUT” şiirimi yazmıştım. Onu da yazımın sonuna ekleyip, uzun yazıma KAYGILARIMLA son vereyim.
10 Şubat 2019
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci DENİZLİ
UMUT
Görünen bir ışık kadar uzak
Duyulan bir ses kadar yakın.
Dört bir yanı sarmış… Sisin,
Farkında değil misin?
Bu sisin içindesin…
Pandora’nın kutusunda tek kalan
Sanki asırlardan,
insanlığa armağan… UMUT!…
Uzansan tutarsın, koşsan yakalarsın;
Ya da bir ömür boyu boşuna kovalarsın.
Unutma;
Umut sürdükçe yaşarsın!..
Ölüm bir kurşun atımı uzakta,
Ya da; köşe başında… tuzakta.
Ya ucunda bir kırılan onurun,
Ya da sonunda yiten bir umudun.
Fark etmez; ha ayakta ha yatakta!…
***
Yaşamak bir hak, yaşatmak en yüce görev!…
Can göğüs kafesinde hapis
Heyhaaat!…Parmağın bal tutmuyorsa;
Hele bir de dayın yok’ sa;
hayat pis!..
Yerle gök birleşmiş sönmüş umut alevi,
Unutulmuş çoktaaan; nedir hak,
Nedir bireyin görevi..
Yitmiş hayal, bitmiş umut:
Nesi kalmış ki bunun;
Ve başlangıç vaktidir artık sonun…
***
Yedinci katında Bakanlığın… Memet…
Bitti bitecek çektiği çile;
Ha gayret!…
Ne bir daha boş kura çekeceksin,
Ne yatalak anan gelecek aklına,
Ne de Ülkenin düştüğü halleri göreceksin
Ne polis, ne sen, ne de geriye kalanlar
varacak olanların farkına!…
***
Olayın ertesinde; gazetelerde bir haber:
Yirmi sekizinde bir genç;
Beşinci kez atamada boş kura çekti
Bakanlığın çatısından;
atlayıp İntihar etti!..
—-
Çoğu üzüldü, biri sevindi.
Çünkü yeni kura için bir sayı eksilmişti…
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci DENİZLİ